Ana / Nokta Atışlar / Milli İrade ve 97 STK

Milli İrade ve 97 STK

AVM vitrininden TV Seyreden Yoksul Çocuklar

Bugün 97 STK’nın imzaladığı Milli İrade muhtırasını okudum yine. Günlerdir durup durup okuyor, okudukça hafakan basmış gibi ürperiyorum Mamoste.

Doğası tutarsızlık olan konjonktürel politikaların ve egemenlerin yandaşı olmaktan başka sivil olmaya herhangi bir hayat alanının kalmadığı bir çılgınlığın eşiğine vardık.

Amaç ve tüzükleri dernek, vakıf, birlik, dayanışma, hak, tevhid, inanç, ilim, medeniyet, tarih, kültür, yardım, insan, sadaka, araştırma, hukuk gibi kavramlarla belirlenmiş 97 STK…

Bir ülkede, bu 97 büyük Sivil Toplum Kuruluşunun; denetlemek, izlemek, gözetlemek, eleştirmek görevinde oldukları iktidarın uzantısı olmak dışında bir varlık nedenlerinin kalmadığını, hükumet adına muhtıralar imzaladığını düşün.

Dün, bu 97 STK’ya 37 tane daha eklenmiş. “Hakk ve sabır eksenli” demişler hükümete ve “dün olduğu gibi gelecekte de en sadık yarenleri ve duacıları olacağımızı kamuoyuna saygıyla ilan ediyoruz.” demişler Mamoste. “EN SADIK YARENLER”i olmakla kalmamışlar, “Milletin Beyanı” bu demişler.

Gerçekten, beyinleri dumura uğratan egemen dilin dimağında patlayaduran gürültüsünü biraz olsun bastırmaya çalışarak düşün, gerçekten bir düşün Mamoste.

Ülkenin gelecek umutları, tarihsel mirası, tarım alanları, üretim altyapıları, kamu kaynakları hatta genetik sağlığı, bizden sonra kıyamet gibi katledilir veya yağmalanırken; 97 STK, iktidarın mevzi kavgalarının uzantısı olarak ses veriyor.

Can çekişen bir atın gövdesine çullanmış çakal sürüsü gibi vahşice dişleyen ücret, ceza, vergi ve faturaları ödemek için hayatları çürütülen, ömürleri çalınan çalışanlarının %90’ının artık insan yerine bile konmadığı bir ülkeden sözediyorum Mamoste, sen de görmüyor olamazsın! Ve o bankamatiklere döndürülmüş ‘asgari’ hayatlardan kopartılan her lokmanın, hiçbir değer üretmeyen bir avuç parazitin refahlarını, rezidanslarını, maaşlarını, medya imparatorluklarını, danışmanlarını, makam arabalarını, sekreterlerini, tatillerini, umrelerini finanse ettiği bir ülke.

Memur veya tetikçi olmayan hiçbir haber, bilgi, düşünce, strateji veya araştırma kaynağının nefes alamaz hale geldiği, akademisinin okur yazar oranının dış politika itibarından daha hızlı düştüğü bir ülke.

Roboski’yi düşün, Gezi’yi düşün. Ülkenin hükumeti milyonları yurdundan yüzbinleri hayatından eden felaketlere; din, ahlak, adalet adına ne varsa salya sümüğe çeviren bir üslupla tellallık yaparken sesini çıkarmayan Sivil Toplum Kuruluşları düşün. Tüzüklerindeki herşeyi yozlaştıran bir sesle hükumete; yani parklarda yatmak, kamplarda sefalet, çocuklara varan fuhuşla nefes almaya çalışan o insanları yurtlarından söküp buralara fırlatan, yurtlarını yıkmaya, kalanları katletmeye devam eden kabusta rol alanlar ve onların memurları, beslemeleri, ortakları, akrabaları işte onlara amin diyen Sivil Toplum Kuruluşları düşün Mamoste. Düşün ki ürpertimde yalnız kalmayayım.

Son nefesini vermemek için dünyayı cehenneme çeviren bir sistemin dayattığı konjonktürlerin tüm çırpınış ve taşeronlarıyla çullandığı bir milletin iradesini temsil ettiğini iddia edenlere,  ateşkes diyenlere hain/satılmış diyenlere; müdahalelere hayır demeye Şeytan’la anlaşma teklifi yapan kripto gavur muamelesi çekenlere, sivillerini ölü ele geçiren bir iradeye yani, milletin iradesi adına TEMENNA MUHTIRASI yayınlayan 97 STK.

Temel eğitim kurumları birer fare yarışı parkuruna dönmüşken, mesela deprem kurbanları depo kutularında donmaya ve ülke bankaların, büyük şirketlerin, genelev patronlarına melek dedirtecek kadar insafsız insafına terkedilirken oluyor bu. Ülkeyi askeri vesayetten kurtarmak görevini, bankalar vesayetine çevirirken pişkin pişkin faiz lobisi sloganları atan bir iradeye şükreden sivil toplum kuruluşları…

Yalan, ikiyüzlülük, açgözlük ve goygoyculuk egemen değerler; tecavüz, cinayet, hatta polis eliyle linç normal hale gelirken; 97 STK’nın Milli irade adına hükumete temennalar çekmesi, traji-komik bulunamayacak, çelişki diye geçiştirilemeyecek kadar mülevves bir tezahürü değil midir karanlığın? Sen söyle.

Şairlerinin, alimlerinin, profesörlerinin, vekillerinin bataktan batağa koşan politikaları imanın şartları gibi savunan iktidar mücahitlerine döndüğü bir toplumun kuruluşlarından başka ne beklenir deyip geçme Mamoste. Bu ‘başka ne beklenir’ler yüzünden geldik buraya değil mi?

Bin yıl, bin beşyüz yıl süren ve sürmeye değer ne kaldıysa, üç-beş yılda hurdahaş edildi, ediliyor. Sabret diyorsun Mamoste, sabrediyorum. Yutkunup duruyorum içimde birikenleri. Ama bugünlerin birinde  açıp ağzımı, yumarsam gözümü, umutsuzluğun dibine vurduğumu düşünme. Kuruluşu olmayan bir kaç sivil bul, ‘artık yeter’ diyelim bu ‘Milli İrade’ye. Ne bileyim, bir imar alanını işgal edelim, domates ekelim mesela. Henüz hayatta nenelerin özenle sakladığı GDOsuz tohumlar çürümeden.

Çünkü bir de şunu düşün Mamoste, düşün ki ürpertin güç kazansın: Ya bu ülke dünyanın Allah’la, toprakla, hayatla barış içinde, adalet ve özgürlükle yaşayacağı bir hayat için son umuduysa?

Sivillerin kalmadığı, yağma sonrası bir bölge, bir çöplük olmak yolunda bu ülke. Sivillerin ve ‘sivilizasyon’un (medeniyetin) kalmadığı…

97 STK'nın Milli İrade Bildirisi

milli_irade_beyanı

NOT: Soma, Ermenek ya da Asgari Ücret konusunda söyleyecek bir şeyi olmayan ve artık iktidarın paspası olmaktan başka bir irade veya platform fonksiyonu kalmamış bu sözde STK’lar, ihale kovalayıcıların kurduğu yeni vakıfların da katılımıyla tüm egemen basında tam sayfa yayınlanan bir bildiri daha imzaladılar. “Yeni Türkiye Yolunda yeni şeyler söylemek lazım” dediler. Bir kaç gün sonra da bin odalı sarayda yemeğe davet edildiler…

Milli İrade Paspası

Bunu da okuyun...

Sivil değil, halk değil; dernek, sendika, vakıf değil; iktidara kul istiyorlar.

Bu yazı, 100 binden fazla Sivil Toplum Kuruluşu olan ülkede sivil toplumun ve ülkemizin tüm …

16 yorumlar

  1. Aslında kavga Hükümet-Cemaat kavgası değil bence. Hükümettekilerin de mensubu olduğu ve bildiride logoları olan cemaatçiklerleThe Cemaat arasındaki bir kavgadır. Şimdiye kadar malum cemaatle kavga edemeyenlerin devlet gücünü arkasına alarak ya da önüne katarak kavgaya cesaret edebilmişlerdir. Her korkak gibi “usta” nın arkasına saklanmakta ve bak usta sana neler diyorlar ve onu kışkırtarak galip gelmeye çalışmaktadırlar. The Cemaat de bir kaç yıl öncesinden aynı yolu tutmuştu. Sonuç ortada. Aslında farkında olmadan bir kaç yıl sonra işleme konmak üzere kendi haklarında suç duyurusunda bulunmuşlardır.

  2. selamun aleykum

    katıldığım sözlerinde var katılmadığım sözlerinde
    müslüman kalple yazıyorsun doğrularını
    adaletin tecelli ettiği bir ülke istiyorsun bizler gibi
    hak ve batıl arasında kalmışların itiş kakışından rahatsızsın sen de
    bizler gibi mutezil
    bizler gibi delisin her daim
    şuurun şaz edildiği günlerin içindeyiz
    eleştiri gerekiyor
    elekten geçirilmiş sözlerin süzüldüğü cümlelerle yazılmış
    tarih doğurgan bir ana gibi duruyor karşımızda
    biz de ona bakıp bakıp
    duruyoruz sadece
    elbet düzelecek her şey
    elbet melekleri göreceğiz
    devrim olduğunda
    yeryüzünün toprağında

  3. mehmet efe bir yazar mı bir şair mi?
    şairse “tamam” der geçerim.
    şiirin doğası realiteden kopuktur zira.
    yok teorisi olan söyleyecek sözleri olan bir yazar ise o zaman durum çok vahim demektir.

    öyle anlaşılıyorki eski arkadaşlarınıza olan öfkeniz sizi adaletten ve insaftan bir hayli uzaklaştırmış.

    ya açık açık konuşun, gözlemlerinizi belgeler ile destekleyerek muhalefet edin ya da slogan atmaya son verin.

    • Selahattin bey, ne üzücü, öyle anlaşılıyor ki, eski arkadaşlarınıza olan bitmez sevginiz sizi adaletten ve insaftan bir hayli uzaklaştırmış.

    • La ilahe illallah diyorsaniz, realite ile Allah arasinda bir tercih yapmalisiniz. Allah ile birlikte realiteye tapamazsiniz. Allah’in emirlerinin karsisina realiteyi koyamazsiniz.

      • islamcılığın bayrağı şiir ocaklarında dalglanmaya devam ettikçe, kaçınılmaz olarak realiteyi/gerçeği/hak olanı ıskalamaya yargılı kalacağız galiba.

  4. Bir de, bu ‘millî irade’yi doğruluk ölçüsü ve hatta kutsal belleten nedir bize, Lût’un peşinden gelmeyen/Nuh’un gemisine binmeyenler dahi bir nevi ‘millî irade’ değil miydi?

  5. STK ların hükümetlerle dirsek teması kadar,hükümetlerin de STK lara her türlü olumlu-olumsuz temaslarına da karşı olan biri olarak,STK ların sivil kalan tek alan olmasını ve hertürlü baskı ve zorlamanın dışında tutulmasını savunuyorum.Bununla birlikte 28 Şubat sürecinin öncesinde ve sonrasında bu metinde adı geçen birçok STK nın,baskı/ötekileştirme/faaliyet alanlarını daraltma gb birçok olumsuz eylemi dibine kadar yaşamış oldukları malumumuz.Son 10 yıl içinde maddi/manevi en parlak dönemlerini yaşayan bu STK ların bu süreçte onları destekleyen hükümete bir şükran metni sunmalarını bir temanna gözüyle değilde,yaşanılan sürecin öncesine ve sonrasına görüş bildirme gözüyle de bakılabilir.Bu hükümetin her politikasını destekledikleri anlamına da gelmez,zaten aksi durumlarda olumsuz görüşlerini de beyan etmekteler.Asıl takıldığım taraf,bu metnin altına imza atarken yönetim kurullarına ve asıl destekçilerine yani esas sivillere danışıp danışmadıkları.Eğer onlara danışılmadan imza atılmış ise sivilliklerini lekeleyen imza değil bu tutum olmalıdır.

  6. 12 EYLÜL VE 28 ŞUBAT’ı görmüş biri olarak birşeyler yazayım dedim ama yazmıyorum,
    şu kadar ki; “öylede olur böylede olur “

  7. Selamun Aleyküm
    Mehmet Efe abi yazın çok anlamlı ve vicdanınla yazmışsın ama yazının bu kısmında Suriye meselesine vurgu yaptığın belli. Eğer böyleyse vicdanını işine geldiği yerde kullanan bir ahmaksın derim sana.
    “Ülkenin hükumeti milyonları yurdundan yüzbinleri hayatından eden felaketlere; din, ahlak, adalet adına ne varsa salya sümüğe çeviren bir üslupla tellallık yaparken sesini çıkarmayan Sivil Toplum Kuruluşları düşün. Tüzüklerindeki herşeyi yozlaştıran bir sesle hükumete; yani parklarda yatmak, kamplarda sefalet, çocuklara varan fuhuşla nefes almaya çalışan o insanları yurtlarından söküp buralara fırlatan, yurtlarını yıkmaya, kalanları katletmeye devam eden kabusta rol alanlar ve onların memurları, beslemeleri, ortakları, akrabaları işte onlara amin diyen Sivil Toplum Kuruluşları düşün Mamoste. Düşün ki ürpertimde yalnız kalmayayım.”

    • Aleykümselam Fatih Bey,
      Suriye meselesi değil, o ve onun gibi meselelerin ‘sivil’ sonuçlarının, söz konusu STK’lar ve bölgemizdeki benzerlerince büyük ölçüde görmezden gelinmesini vurgulamaya çalışmıştım. İşime geldiğini nereden çıkardınız? Yine iddianızın imasıyla, işime gelmediği için atladığım, örtbas ettiğim nedir?

  8. veli türkmneoglu

    devlete cemaatler sızma yapmaya çalışırsa böyle olur biri diğerine böyle işler yapar erkek aslan yaşlanınca başkası gelir onun bölgesine hakim olur. bunlarda böyle ancak devlette cemaat olmazsa olmazmı bunların sızmalarını veya devlettte taraf olmalarını engellemek veya devlet işinde cemaat menfaatı gözeten veya cemaat adına işler yapanları ihtilalcileri yargılar gibi yargılamak lazım

    • Veli Bey, sorun devletin şeffaf, katılıma ve ayrımsız herkese eşit olarak açık, hukuk sisteminin de adil olmamasında gibi geliyor bana.

  9. Hayırlı akşamlar,

    Konuyla ilgili olarak, yazdıklarınızı onayacak şekilde bir tweete verdiğim cevabı aşağıya kopyalayarak başlıyorum:

    Hilâl Kaplan ‏@hilal_kaplan 4 Dec
    Yaklaşık 100 STK’nın bildirisi, Taraf’ın son dönem çarpıtma girişimlerinin, İslâmî camiada Gülen Cemaati hariç karşılık bulmadığının kanıtı.
    Reply
    1zamanlar @3ve1arti7boyut ‏6 Dec
    @hilal_kaplan bunca kurum ve kuruluşu bir araya getirenin gayretgüzarlığının da ispatı aynı zamanda. Nereden icabetmiş acaba?

    Bağımsız siviller olmasını beklediğimiz STK’ların aslnda nasıl da çıkar adına devlet güdümlü olduğunun ya da hükümetin onları nasıl da güttüğünün abidesi olabilecek bu ilanlar, bir ehil çobanın koyunları bir araya toplaması gibi, STK’ların da tam RTE-TK olduklarını ispat etmiş oldular. Yukarıda “..açıp ağzımı, yumarsam gözümü..” dediğinize benzer patladığım bir anda başbakanımız hakkındaki görüşlerimi, son yaz mevsiminin sıcağında kendisine yandaş yayın yapan bir köşe yazarına göndermiş olduğum, yukarıdaki kısa tweet cevabına inat, kendimden de bahisle oldukça uzun -ve ilk- mesajımla belirtmiştim. Okumak zaman alacak fakat onu da buraya kopyalıyorum ki böyle bir otorite karşısında STK’ların da zabit ve zabıtalar gibi hareket etmesinin doğallığını görebilelim. Keşke böyle olmasa. (Bu arada, o dönemde Gezi ile ilgili yazınıza, barındırdığı yüksek dozdaki ajitasyon ve demogojiye tepki olarak gönderdiğim cevapta biraz kızarak biraz da hissettiğim yakınlıktan dolayı “sen” diye hitap etmiştim, kusura kalmayınız. Aslında Gezi’ye değin bu tarzda hiç yazan biri de değildim, şimdiye kadar bu türden yazdıklarım da ancak 5-6 olmuştur) O zamanlar, başbakanımızın Mısır’daki darbeyi -biraz da geçerli sebeplerle- üstüne alınmış şekilde gece gündüz bağıra çağıra kükreyerek yaptığı konuşmalar bana Nazım Hikmet’in TARANTA – BABU’ya mektuplarını hatırlatmıştı.

    Mussolini çok konuşuyor TARANTA - BABU!
    Tek başına
          yapayalnız
                  karanlıklara
    bırakılmış bir çocuk gibi
                                      bağıra bağıra
    kendi sesiyle uyanarak,
    korkuyla tutuşup
                   korkuyla yanarak
    durup dinlenmeden konuşuyor.
    Mussolini çok konuşuyor TARANTA - BABU
    çok korktuğu için
                   çok konuşuyor!. 
    

    Bazı aklı evvellerin bunu yapacağına kuşkum olmasa da, burada başbakanımızı Mussolini’ye benzettiğim iması çıkarılmaya çalışılmasın, komik olur. Duyguları benzetiyorum sadece.

    Aşağıdaki mesajımda kendi algılarımca betimlemeye çalıştığım bir başbakanın, elindeki tüm gücünü ve emrindeki kurnaz kurmaylarını, her aykırı sesi susturmak için her tür yolu denemeye sevkedeceği de kuşkusuz olur. İlan sahibi STK’lar da şimdi olduğu gibi gerektiği anda bu kurnazların güdümünde aynı amaca hizmet edecek maşalar haline dönüştürülecektir elbette.

    Uzatmadan, sizi o uzun mesajımla ve sonuna eklediğim soru ile başbaşa bırakıyorum. Saygılarımla,

    Ben sıradan bir vatandaşım, ne siyasi bir olaya katılmışlığım var ne de en ufak protestolara. Büyük bir özel şirkette çalışan apolitik bir memurum, şimdi muktedirin hoşuna gitmeyecek sözler sarf ediyor olacağım hasebiyle- kendileri de yine apolitik olan- patronlarımın korku ve panik içinde işime son verebilecekleri endişesi -aynı durumda bu günlerde işsiz kalan gazeticileri de düşündükçe- açık kimliğimle yazmaktan beni alıkoyuyor; tüm iyi niyetime rağmen en ufak bir eleştiride bile vatan haini ilan edilip mahkemelerde sürüneceğim algısını bu hükümet -özellikle başbakan- üzerime öylesine işlemiş ki, kurtulmak imkansızlaştı. En son Ahmet Altan mahkemece cezalandırıldı diye biliyorum. Bu endişem acaba ben paranoyak olduğum için mi var yoksa içinde yaşadığım memlekette hükümet yanlısı olmayanların neredeyse tamamında genel his artık bu mudur diye sorsam; sizden “siz şizofrensiniz” diye cevap gelebilir, bir başkası ise “bu hükümet -özellikle başbakan- sizi paranoyak yapmış” diyebilir ki her iki cevabın da aslında hiç bir ehemmiyeti yok; benim nasıl algıladığım, nasıl hissettiğim tek önemli olan ve bu hükümetin beni getirdiği hissiyat noktası budur. Açık adımla yazamıyor olmamın kaynağı olan korkum şahsen “kendim”den asla gelmiyor;.. //…demogoji olmasın diye burayı çıkarıyorum//. Oysa ben daha fakir fakat daha özgür olmayı yeğlerdim; altın kafeste ille de vatan diyen kuş misali.

    Yaradana inanır, hergün dua ederim; sonuçta beş vakitten fazla namaz kılan hacı anne babanın evladıyım, bizler henüz bu yalan dünyada didişirken her ikisinin de Allah’ın rahmetiyle hak dünyanın cennetinde yer bulduğunu ümit ediyorum. Yazınızda “bizim taraf X öteki taraf” algı ve vurguları öylesine derin ki, yazdıklarımı objektif bir şekilde anlayamayacağınız ihtimalini bile düşünüyorum çünkü benim şahsen “bizim mahalle” “karşı mahalle” gibi algılarım yoktur. Alevi sünni diye suni ayrımlara da takılamam, Türküm, Kürdüm diye farklılıklar da kafamda yer bulmaz, siyah veya beyaz tenler de. Yine de Türk+HanefiSünni damgası taşıdığımı belirteyim ki, memleketimin azınlıklarından olmadığım ve bu azınlık kompleksiyle yazmadığım anlaşılabilsin. Tek bir mahallem vardır “insanlık” ve burada iyiler ve kötüler yaşarlar, diğer tüm ayrıştırmalar benim gözümde nafiledir. The Beatles’ın sınırların ve sınıfların olmadığı bir dünyayı çağırdığı “Imagine” şarkısı ne kadar ütopik olsa da, yeğlediğim belki de budur.

    Yazınıza konu olan birtakım kişilerin imzaladığı beyanat, yazınızda dediğiniz gibi “ağırdır” ve başbakanımız bu kadar ağır lafları, Hitler’e benzetilmeyi veya diktatör diye nitelendirilmeyi hak etmiyor olabilir. Fakat gerçek şu ki, benim gözümde başbakanımız kesin olarak eleştirilmeyi ve uyarılmayı fazlasıyla hak eder duruma çoktan gelmiştir. Bunu ortaya koymadan tek yönlü yanlış bir yolda ilerlenilmesine göz yummak da yakışık almazdı. “Eskiden bizim mahalledeydin, ne oldu sana” diye sorduğunuz gazetecinin de tavrının bu olduğunu görüyor ve anlıyorum. İyiye iyi, kötüye kötü denmesi bir mümin için Allah’ın mecburiyettir, oysa siz “bizim mahalleden birine/birilerine nasıl kötü dersin” diyerek benim gözümde ilahi adalete karşı duruyorsunuz. Kişiler arasında kalacak hususlarda affetmemiz ve saklamamız şeklinde Allah’ın öğüdü de var elbette fakat bu bahsettiğimiz konular kişiler arasında kalan özel hususlar değildir ve memleket ve kamu söz konusu olunca kimsenin bu şekilde yanlışı/günahı saklama lüksü olamaz.

    Ben üniversite bitmeden evlendim, önce diplomam elimde ardından aynı yıl içinde bebeğim kucağımdaydı ve henüz ailemle kalıyordum. Bu haldeyken ve daha askere bile gitmeden eşim ikinci çocuğa hamile kalınca, üzüntü ve mecburiyet içinde günah olduğunu bilerek fakat rahmeti sonsuz affüv yaradan tarafından affedileceğimize de inanarak kürtaj yaptırdık. Bu durumda “her kürtaj bir Uludere’dir, katliamdır” diye bağıra çağıra bana “katil” diyen bir başbakan çıktı karşıma. Nasıl ağır bir itham ve iftira… “Kürtaj günahtır, yapmaktan çekinin” diye hafiften uyarıyor olsa bir şey demeyeceğim ama bu öfkeli itham karşısında ancak Hasbinallah ve nimel vekil diyebildim. Zaten daha dün öfke bir sanattır diye övünürken ve hatta bu öfkeyle bana katil dedikten sonra karşıma çıkmış dalga geçer gibi şimdi “biz öfkeden kavgadan taraf değiliz” diye tweet atıyor.

    Diğer yandan sigara kullanmam fakat ramazanda almamakla birlikte, sosyal içerikli alkol almışlığım vardır. Ancak başbakanımızın dediği gibi kendimi alkolik saymıyorum ve bilimsel olarak değilim de. “Alkol almak günahtır, almamak daha iyidir” diyebilecek enginlikte bir gönlü olsa itirazım olmaz, fakat hayır öyle demiyor “bir kadeh alkol alan alkoliktir” diye kesin tespitte bulunuyordu. Sonuç olarak, yine karşımda bana ithamda bulunup iftira atan bir başbakan görüyordum.

    Yüce Allah “onların dini onlara, benim dinim bana diyeceksin ve kimseyi zorlamayacaksın” diye emrettiği halde, dünya Allah adına herkesi zorlayan, kesen biçen insanlarla dolu maalesef. Kimseyi kesip biçmiyor fakat, başbakanımız da Allah’ın bu emrine rağmen herkesi kendi inancı doğrultusunda hizaya sokmak adına sürekli bir zorlama içinde. Toplum mühendisliğiyle, nasıl yeni kuşaklar yetiştireceğinden dem vuruyor. Oysa ayet-i kerimede buyurduğu gibi “Allah dilediğini doğru yola kılavuzlar” zaten, sana düşen sadece tebliğ ve davettir. Kraldan çok kralcı sözünü burada “Allah’tan çok Allah’çı” olarak değiştirmem umarım günah sayılmaz, sonuçta sadece benzetme yapıyorum ve Allah da deveyi anlatmak için pireden örnek gösterebiliyor.

    Şimdi bu paragrafta yazacaklarıma katılmayabilirsiniz; algı farklılığı diye geçebiliriz fakat bunun vatanı milleti bölecek mertebede siyasi şekilde ortaya konması nedeniyle değinmeden geçemeyeceğim. Yüce Allah alemlere ışık olan ve olacak kitabında “ben size açık seçik her şeyi bu kitapta açıkladım” diye sürekli tekrar ediyor. Bahsedilen “her şey” bizim insan olarak bilmemiz gerekenler elbette, yoksa Allah’ın bilgisini yazmak için gerekecek mürekkep dünyanın okyanuslarından fazla olacaktı. Bu bağlamda neleri yemenin yasak olduğunu da net şekilde yazıyor ve bunun dışında yasak koymaya kalkanları da “kanıtınız varsa koyun bakalım ortaya” diye uyarıyor. Bu yasaklananlardan bile “mecbur kalındığında aşırıya kaçmadan yenebileceğini” ifade ediyor. Hasta insanların ilaçlarında bulunan ve “yiyecek açısından” eser miktardaki birtakım maddeler nedeniyle bu ilaçların bile yasaklanmasını isteyen zihniyet, Allah’ın bu açıklamalarından ne anlıyor acaba? Bu sadece bir örnek, demek istediğim, bu ve benzeri örneklerde kullarının ne yapıp ne yapmaması gerektiği çok açık ve net şekilde belirtilmiş ve bunun da güçlü şekilde tekrarlanmış olması gerçeğidir. Benim koymadığım bir yasağı siz nasıl yasak sayarsınız diye alenen uyarıyor yüce Allah. Ben defalarca okuduğum bu kitapta “ey kadınlar, başınızı örtün” diye hiçbir emir görmedim. Bunun yerine “örtünüzle (veya başörtünüzle) süslerinizi örtün” emri yer alıyor “süslerinizi belli olacak şekilde sallayıp yürümeyin, kendiliğinden belli olanlar hariç” diyor ki bu cümlelerden burada bahsedilen süslerin saçlar değil, göğüsler olduğu benim için kesin ve nettir. Benim yolum bu kitaptır ve Allah’ın “aklınızı kullanmayacak mısınız” diye sorduğu şekilde kendimce aklımı kullanıp bunu anlıyorum. Allah’a şükür ki, övünülecek boya posa sahip olmasam da, yeterince övünebileceğim bir zekaya sahibim ve Allah’ın emrettiği yolda aklımı kullanmayı deneyebiliyorum. Oysa bu çağda hala, din adına oluşturulan geleneklerde aklını kullanmayı bile günah sayabilen bir topluluk içinde yaşıyoruz. Bu yüzden dedelerimizin ninelerimizin yollarındaki geleneksel yanlışlıklara karşı da hep bunu söylüyor, uyarıyor yaradan: “Aklınızı kullanın, kitabı okuyun ve anlayın”…Ben de öyle yapmaya çalışanlardanım; gerçekten inananları ayrı tutarak bu yanlış geleneklerin tutsağı ve kan emicileri şeyhe şıha hocaya muhtaç değilim, kimsenin müridi olacak kadar da aşağılayamam kendimi. Çünkü her şey benimle Allah arasında ve yol gösterici olarak da bir kitabımız mevcut, O da aynen böyle söylüyor. Kitaptan ziyade ninelerinden dolayı başörtüsü takmayı emir sayanların başlarını örtmeleri doğal haklarıdır fakat bu hususta memleketimizde savaş çıkarıp ölümü göze alacak cahillere her açıklamasıyla yol verenleri de bu düşünceyle kınıyor, Allah’a havale ediyorum. Milleti memleketi bu şekilde ayrıştırıp kutuplaştıran bahsettiğim kişilerin en başında ise başbakanımız geliyor. Din adına yaptığı açıklamaların çoğunu, oy alacak şekilde geneli eğitimsiz olan halkımızı kandırmak veya destekçi olarak yanında tutmak yolunda yaptığı, benim gözümde o kadar aşikar ki -velev ki siyasi- başörtüsünü de bu şekilde sürekli kullanmış olması sonucunda başbakanlığa da yükselmiş olmasına bu tutumu epeyi yardımcı olduğundan, bu tutumundan sürekli medet ummakta. Bu kendisince memleketi Allah’ın yoluna döndürmek adına yaptığına inandığı bir tutum da olabilir belki; ama ben ahıreti, dünyalığına sattı diye görüyorum.

    Yazacak çok malzeme var fakat ne zamanım ne de apolitik yapım bunları dillendirmeye pek elvermiyor. Ancak apolitik olmam politikayla ilgilenmediğimdendir , yoksa yanlışa göz yumacağımdan değil, ki zaten o yüzden bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.

    Bir de başbakanımızın dilinden düşürmediği demokrasi hayalimiz var, hatta ileri demokrasi. Bu günlerin sıcak konusu Mısır ile mukayese yaparken nasıl ki Mısır ile Türkiye arasında 50 yıllık bir fark var ise, -askeri vesayet kalkmış olsa dahi- Türkiye ile Batı Avrupa arasında anlayış açısından buna yakın bir demokrasi farkı olduğunu net olarak söyleyebiliyorum. Aksi halde, bu basit yazıyı bile neden adımı gizleyerek yazma ihtiyacında olabilirim? Başbakanımız, kötülediğiniz Holywood yazısındaki gibi diktatör değildir ancak her konuşma ve uygulamasında buna meyilli olduğu gerçek demokrasiyi bilen ve gören gözler için aşikardır. Batının Mısır’a karşı takındığı durum kendi ülkelerindeki demokrasi eksikliğinden değil, uluslararası çıkarlarına göre hareket ediyor olmalarındandır. Evet bu da yanlıştır, ne yapabiliriz ki? Kendi ülkesinde demokrasiyi oturtmadan ve kendisi bile sindirememişken, başbakanımızın Mısır’a acil demokrasi talebi de -yanlış değil fakat aynı derecede tutarsızdır. Burada o basit soruyu da sormadan geçemeyeceğim: Mısır’a demokrasi diye her akşam kükreyen başbakanımız, neden Suda veya Arabistan için tek laf etmez, oralarda ileri demokrasi olduğu için mi? Keşke dünya daha güzel bir yer olsaydı…

    Yukarıda yazdığım gibi ben insanları sadece iyi ve kötü diye ayrıma tabi tutarım. Elbette ki, Allah dilediğini doğru yola yönlendirecektir ayetinden, kötü olanların da Allah dilerse iyi olabileceklerini anlarım. Kimseyi yaftalamam, aşağılamam. Kişiler arasında hata ve günahları saklamak ve affetmek iyi sayılabilir fakat kamu alanında kötü olanın ve kötülük yapanın kötülüğünü ortaya koymak şarttır. Doğru yola dön diye çağrıda bulunduğunuz Ahmet Hakan da bunu yapıyor, keşke siz de sürekli tek taraflı görüp hatalı bile olsa “bizim mahalle” çocuğu diye korumak yerine yeri geldiğinde haksıza haksız diyebilseniz. Fakat “sizin mahalle”de bunu yapabilen çıkamıyor ve ben de onları ve tabi sizi de iyi olma ihtimalleri yüksek fakat şimdilik “biraz eksik” diye değerlendiriyorum. Bu yazıyı da Ahmet Hakan’ı savunmak için yazmadığımı belirteyim, kendisini tanımıyorum ama sanırım sorsam herhalde reddederdi, ben bu yazıyı sizin için yazdım, sizi daha üst mertebede iyiliğe davet etmek için.

    Bakınız, burada Gezi olaylarından ismen hiç bahsetmedim. Başbakanımızı kötüleyecek şekilde yazmış olmam da, ona karşı başka bir mahalleyi, bir başkasını savunduğum anlamına hiçbir şekilde gelmiyor. Dediğim gibi ben kimsenin mahallesinde oturmuyorum, insanlık alemindeyim sadece. Yazımdaki hatalardan dolayı da kusuruma bakmayınız, söylemek istediklerimi net olarak yazmak açısından sorunum olmasa da, sonuçta ben yazar ya da gazeteci değilim ve bu yazıyı da tam mesai bitmişken kısa bir sürede yazdım. Daha uzun zamanım olsa daha çok yazar mıydım bilemiyorum, ancak kesinlikle daha derli toplu yazardım..neyse benden şimdilik bu kadar. Allah’a emanet olunuz ve mahalleniz yerine “saf iyiliği” düşününüz.

    end….

    Ne dersiniz Sn Efe, güzel yurdumuzda GDOsuz doğal kokulu kırmızı domates yetiştirebilecek yeterli sayıda bağımsız sivil var mıdır?

  10. Bazı hastalıklı ruh halleri vardır; kervan yoldayken durmasını, dururken yürümesini, pazardayken çöle düşmesini isterler. Onlar için önemli olan mevcut durumu analiz edip bir eleştiri yapabilmeleridir. Hiçbir zaman büyük fotoğrafı görmek istemezler, gözleri egemenlerin yanlışlarındadır. Başka beslenecek damarları olmadığından… Bazı hastalıklı kişilik türleri vardır, ağabeylerinin adım atmasına bakarak var olurlar. Onlar olmayınca anlamsızdırlar. Tek bir orjinal fikir, bir yol ve çığır açma girişimi sergilemezler. “Doğru” yalnız onların savunduklarıdır. Hürriyet yalnız onların tanımlamalarında hürriyettir. Bir bakarsınız liberalizm gezi’sindedir, bir bakarsınız antikapital felsefesinde… Herkes yanlış; ben ben ben doğruyum. Eski hikaye ama yeni edebiyat: Kahrolsun otorite ve onun işbirlikçi STK’ları.

  11. Selamünaleyküm
    STK Iar ile ilgili yazı “% 80 oranında isabet etmiş” diye düşünüyorum. %20’de insanların (genelde) anlamadığı anlamak ta istemediği hatta yanlış anlayıp (bunlara) ters cevap verdiği kelime ve kavramlardan kaynaklanıyor

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir