Ana / Yazı / Gezi Parkı eylemlerinin 10 büyük kazanımı…

Gezi Parkı eylemlerinin 10 büyük kazanımı…

gezi-parki_kalabalik

Gezi Parkı yıkım girişiminin tetiklediği ve hükumet karşıtı eylemler olarak tüm büyük şehirlere sıçrayan öfke patlamasının (resmi rakamlarla 48 ilde 90 gösteri) 5. gün itibariyle, tüm resmi/sivil engellere ve provokasyonlara rağmen, ülkemiz adına kazanımlarını/başarılarını listelemek istedim. Listemde yer almayan daha pek çok kazanım ve kayıptan sözedilebileceğini biliyorum ama bence en önemlilerini sıralamaya çalıştım. Bazı kazanım yorumlarımın temenniden öteye geçmeyecek şekilde algılanacağını biliyorum ve bunda da bir beis görmüyorum.

Eylemler devam ederse bu kazanımların artabileceğine inananlara tüm saygımla, kaybedilebileceğini de biliyorum. Parkı korumakla başladı, polis şiddetiyle tırmandı ve hükumetin inadıyla yayıldı. Park korumamız altında artık ve polis geri çekiliyor.

Hatırlatmakta yarar görüyorum: Nerede duracağını bilmeyen zıddına hizmet eder.


Listemde önem sırası gözetmedim, okuyanlar kendi sıralamalarını yaparlar.

Eylemlerin kazanımları:

1) Ağaçların sökülmesi ve yıkım engellendi, hatta ilaveten mahkeme kararıyla durduruldu. Başvekil, dilini dolaştırsa da temel olarak Kışla ve AVM’den çark etmiş olarak öne çıktı. (‘Eylem yapanların derdi ağaçlar değil, bunlar Cami’ye de karşı’ algısı oluşturmak olarak okunan ‘Cami Yapacağız’ manevrası da aslında taraftarlarınca bile hoş karşılanmayan başarısız bir manipülasyon örneği olarak kalmıştır. )

İktidar rüzgar ektiğini ve fırtına biçtiğini, rüzgar ekmeye devam ederse biriktirdiği gerilimlerin bir bir yüzüne patlayacağını, izlediği politika ve yöntemlerin toplumun tahammül boyutlarını zorladığını, doyum noktasına erdiğini gördü.

Demokratikleşme vaatlerinin siyasal rantının tükendiği, somut adımlar atmada gecikmenin o adımları atma takatini de aslında tüketmeye başladığı görüldü.

İktidara artık sadece gökdelen dikerken, ağaç keserken, rant alanları açarken değil, kamuya dönük tüm yeni girişimlerinde daha demokratik ve şeffaf olmak zorunda olduğu dersi verilmiştir. Tevazunun ve ‘miş gibi değil, becerikli hainler değil, gerçekten ehil insanlarla iş tutmanın anlam ve önemi güçlü bir sesle hatırlatılmıştır. (Bir sonraki dersi sandığa bırakmak isteyen ‘Ceronimo Anne’lere selam ve sevgilerimi sunuyorum.)

2) Hükümet’e dönük en temel eleştiriler tüm ülke tarafından net bir şekilde görüldü, duyuldu, ispat ve tescil edildi. Bu tescili sosyal hafızadan kazımak mümkün olmayacaktır.
Detaylandırırsak:

  • Hükumetin kibirli, inatçı, dayatmacı olduğu ve kuşatıcı değil ötekileştirici olduğu;
  • Bir halkla ilişkiler şirketi gibi çalışan iktidar partisinin kriz anlarını yönetmekte yetersiz olduğu ve bu haliyle bir milli güvenlik sorunu olarak kodlanmaya elverişli olduğu,  (tutarsızlıklar, polisi kontrol edemiyormuş görüntüsü, eylemcilere ayrımsız çapulcu muamelesi, sivil çatışma tehditleri v.s. Biri Başvekil’e bazı konularda kendisinden daha zeki insanlar olabileceğini ve onları memurlaştırmadan istihdam etmenin ve işbirliğinin de başarılı bir yönetim biçimi olabileceğini hatırlatmalı.)
  • Hükumetin muhalefete tahammülsüzlüğünün ifade özgürlüğü hakkını kullanan barışçıl eylemlere ve sivil halka karşı şiddet uygulamaya varabileceği, (Evet, polisin yaptığı herşey hükumete yazılır)
  • Demokrasi, herkese adalet ve vesayetçi rejime karşı sessiz yığınlar adına gelen hükumetin yozlaştığı; suistimal, yalan ve manipülasyonu standart pratiği haline getirdiği, pervasız bir rant oligarşisi kurduğu, hatta Reform, demokratik dönüşüm ve barış sorumluluğunun çoğunluğun sesi olduğu gururuyla körleştirildiği ve kendisine verilen sesin neden verildiğini unutmuşa benzediği, yani zıddına dönüşme yoluna girdiği. (Haddini aşan zıddına dönüşür gerçeği).

3) Örgütler, dernekler, hiyerarşik yapılar, hatta ideolojik ajandalara gerek kalmadan; iktidarın yanlışlıklarına karşı, kitlelerin adalet duygusuyla harekete geçebileceği ispat edildi, tüm dünyada yaygınlaşan eylem modellerinin tecrübelerinden yararlanmaya çalışmanın güzel örnekleri verildi.

4) Dünya protesto tecrübelerinden yararlanabileceğimiz görüldü. Ortak iyi adına ortak tepkide buluşmaya çalışan adalet talebini ele geçirmek isteyen ve son derece örgütlü, kesin inançlı grupların süreci ele geçirip kendi amaçlarına alet etme çabalarına karşı azımsanmaması gereken dışlama çabaları ve dayanışma örnekleri sergilendi.

(CHP, İP/TGB gibi örgütlerin -en azından üyeleri olduğunu iddia edenlerin- kışkırttığı tedhiş eylemlerinin büyümesine olanak verilmemesi, eylem alanlarının elele temizlenmesi, eylem içinde temel ihtiyaçlar için dayanışma ve yardımlaşma kültürü, herkesi ortak edecek slogan örneklerinin geliştirilebilmesi, henüz başarılı olmasa bile ortak demokratik komiteler kurulup varılabilir talep listeleri oluşturulabilmesi gibi. (MHP/Ülkücü/Bozkurt olduklarını iddia edenler kısa bir süre az da olsalar varken, Bahçeli’nin çağrısıyla BDP gibi çekildiler.)

‘Dindar Kesim’ diye adlandırılan veya ‘tipik AKP’li profili diye kodlanan insanlardan da çok önemli katılımlar gözlenirken, Türk Solu’nun ‘Devrimci Müslümanlar‘ diye kodladığı grupların da eylemlerdeki yüksek düzeyi, herkesi ortak edici sloganları ve söylemi doğru tutma çabaları özellikle dikkat çekici bir şıklık örnekleriydi. (Örneğin Emek ve Adalet Platformu’nun polisle diyalog çabaları not edilmeli.)

5) Türkiye’nin adam akıllı bir muhalefete çok ihtiyacı olduğu ayan ve beyan oldu. CHP ve İşçi Partisi/TGB koalisyonunun ve/veya uzantısı örgütlerin eskiye özlem ve intikamdan başka bir söylemleri olmadığı, söyleyecek sözleri değil, fırsatı bulduklarında haklı haksız herkese dayatmaları olduğu; yalan, manipülasyon ve kaosla kitleleri amaçları uğruna tereddüt etmeden terörize edebildikleri tüm ülke tarafından net bir şekilde görüldü, ispat edildi ve anlaşıldı.

6) Sırrı Süreyya Önder ve BDP‘nin tek derdinin Kürtler olmadığı, bazı kategorik ‘ünlü’lerin de herkes gibi Ortak İyi adına tepki verebileceği tüm ülkeye bir kez daha gösterilmiş oldu. (BDP ayrıca ne zaman çekilmesi gerektiği konusunda da dikkate değer bir örneklik sergiledi. Numan Kurtulmuş‘un da eylemde defalarca biber gazı yiyen Mehmet Bekaroğlu ile beraber durması bu kazanımı daha bir ‘nurun ala nur’ yapabilirdi ama buna da şükür!)

7) Türkiye, filtreleri olmayan yeni gençliğiyle toplumsal alanda yüzyüze geldi. ‘Sarhoş gençlik değil dindar gençlik’ istediğini iddia eden hükumetin gençliğin önünü açmak, eğitimini yükseltmek, enerjisini anlamlı sonuçlara dönüştürmek için bir şey yapmadığı; futbol sloganları hatta iyi bir küfür cümlesiyle bile kolaylıkla hormonları tavan yapan, kamu malı ve halk yararı bilinci olmayan bir linç güruhuna dönüşebilecek bir yeni nesilin göstergeleri sokaklarda geçit resmi yaptı.

Aynı şekilde, ‘fitresiz’, katılımcı, dijital devrimi sünger gibi emmiş, iletişim çağı oyuncaklarının hızlı sonuçlar almaya bağımlılaştırdığı ve hantal sistemin gözden kaçırdığı bir diğer gençlik de ilk kez kitlesel olarak arz-ı endam etti: Tam şeffaflık, tüm süreçleri denetlenebilir bir yürütme, kişisel özgürlüğünü her yerde sınırsız yaşamayı özlük haklarının doğal bileşenleri olarak tüm toplumca benimsenmesini isteyen ama henüz bunu ifade edecek bir dil geliştiremediği için çığlık atan bir gençlik.

8) Sosyal Medya’nın normalleşmesine, doğal sınırlarına çekilmesine çok önemli katkılarda bulundu. Filtresiz haberleşmeyi ve anında tepkiyi takibi zor bir hızla ve dileyen herkes için, her an mümkün kılan Sosyal Medya araçlarının yalan, dezenformasyon, karalama, iftira ve manipülasyonu yaymak ve çoğaltmak için de son derece elverişli olduğu herkesin anlayabileceği şekilde gözler önüne serildi. (Yalan ölüm haberleri, sahte kimlikler, sahte haber hesapları, sahte fotoğraflar vb)

9) Medya’nın, sistemin/sorunun entegral bir parçası olduğu bir kez daha ispatlandı. Basın ve yayın genelinin aydın/yazar/gazeteci kondisyonu ve reflekslerini yitirmek üzere olduğu gerçeği tüm topluma güçlü bir nida ile hatırlatıldı. Medya genelinin memurlaşmış kalemler ve megafonlaşmış ağızlarla dolduğu, gerçek bir toplumsal kriz anında bağımsız, objektif olma yeteneği kalmadığı, asıl bağlamı ve sorumluğuyla tüm bağlarını yitirmek üzere olduğu net bir şekilde görüldü.

10) Arap Baharını daha iyi anladık ve Suriye olmak da istemiyoruz. Arap Baharı’nı anlama ve Ortadoğu halklarıyla daha gerçekçi bir empati kurma fırsatı kazandırdı. Türkiye unutmaya başladığı karanlık geçmişini de hatırladı. İlaveten, hükumetin manevra kabiliyetsizliği ve öngörü fukaralığına, siyasal ve örgütlü muhalefetin güdüklüğüne rağmen, halkının hala koruduğu bir sağduyu damarıyla, Türkiye’nin çok da kolay kaosa sürüklenemeyeceği tüm dünyaya ispat edildi. (ABD’nin ‘endişe’leri, batı medyası ve STK’larının konuya dönük şehveti v.s. Ama yine de bunu zorlamayalım derim. Çünkü biriken rahatsızlık ve gerilimlerin ya patladığı ya da yozlaşma/çözülme ürettiği artık tüm Türkiye’nin malumu olsa gerektir.)

Eylemlerin kayıpları:

İnsanlarımız. Hayatlarını kaybedenler olmasın inşallah! Polisin tetikleyen şiddeti ve akıllara durgunluk verecek düzeyde, silah gibi kullandığı biber gazı bombaları ve devamında çıkan çatışmalarda polisler dahil onlarca insan ağır şekilde yaralandı, binlerce insanın sağlığı tehdit edildi.

Kamu yararına ait pek çok araç ve kurum çeşitli çapta hasar ve zararlar gördü.

Ortadoğu’da sürüklendiğimiz krizin en kritik dönemi gündemden düştü ve gözlerden kaçtı.

Türkiye unutmaya başladığı karanlık geçmişini hatırladı.

gezi-meydan-bizim

NOT: Lütfen yorumlarınızı ekleyin. Merak etmeyin, eposta adresiniz yayınlanmıyor ve paylaşılmıyor. Yazıyı sitenizde ‘blog’unuzda filan paylaşırken lütfen giriş kısmından sonrasına LİNK vererek buraya yönlendirin çünkü düzeltme veya güncelleme yapabilirim.

 

 

Bunu da okuyun...

İktidarın Beteri Kendisidir

“Zulmedenlere meyletmeyin ki size ateş dokunmasın. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz!” …

18 yorumlar

  1. bu eylem için mi konuştunuz bilmiyorum ama mhp ile ilgili yazdıklarınız tamamen iftiradır, iftiranın da günahını siz benden iyi bilirsiniz. adam (d.bahçeli) sokağa çıkmayacaksınız dedi, burada mı intikam vardı yoksa sokağa çıkıp bdpliyle emepliyle kol kola protesto yapan mhpli de mi intikam vardı onu bir açıklayın bence.

    • @Osman:
      Ben bozkurt işareti yapan ve MHP sloganları atan ‘freni tutmayan’ gençleri bizzat eylem içinde gözlemledim ama endişenize saygı adına yazıda ilgili cümleyi şöyle değiştirdim:
      ‘CHP, MHP ve İP/TGB gibi örgütlerin -en azından üyeleri olduğunu iddia edenlerin-‘. Saygılar.

  2. Bir makalede, Gezi Parkında başlayıp gelişen olayların dört boyutlu analizini yapmışsın Efe. Tek kelimeyle harika, iki kelimeyle antika çocuk!

  3. Bunlar güzel ama sonraki adım ne olacak? Başbakan mesajı almışa benzemiyor. Eylemciler ideolojiye boğulmuş durumda. Ne şekilde devam edecek? Hangi şartlarda duracak Kim karar verecek?

  4. Başbakan, Taksimdeki azınlığın çığlığını dikkate alıp sertleşeceğine taksimdeki azınlığı sessizce destekleyen büyük çoğunluğu dikkate alarak davransaydı oyunu arttırarak çözerdi bu meseleyi ama maalesef bunu görebilecek sağduyusu egosunun altında ezilmiş durumda…

  5. ..
    Gezi parkı yıkım kararı ile ayaklanan halkın tek isteği dindar olan iktidarın
    şuan elinde tuttuğu gücü bırakıp koltuğundan inmesidir.
    Ayrıca mevcut iktidar halktan bazı kesimlerin istediği gibi yaşam şekli belirleyiciliği yapmış olsa şuan bu olayların patlak vereceğini şahsen hiçmi hiç sanmıyorum.
    Bu ayaklanmanın gezi parkı ile veya 8 ağacın kesilmesi ile uzaktan yakından alâkası yok. Bu öne çıkan bahanelerin aslında halkı ikiye bölen islami ve laik düzen ayrışımında ikiye ayrıldığı herkesçe bilinmektedir.
    Tüm aydın ve islami yazarların dillendirdiği ve dahi dünyanın bildiği ve dile getirmekten çekinmediği anlaşılması çok kolay bu iki ayrı kutup tüm olayların müsebibi olarak ortada ve gözler önündedir.
    Tüm dünyada savaşların ve bölünmelerin tek sebebi var, ‘ İSLAM’ın hortlaması ve dünyaya hükmetmesidir.
    Halkın büyük çoğunluğunun tek sorunu dinini yaşam biçimi olarak hayata uyarlayamamasıdır.
    Medyaya yansıyan halkın sesine herkes kulak verecek olursa insanların işsizlik,
    mali sıkıntı,manevi boşlukları,ve veya diğer sorunlarından daha fazlası ile iktidarı islâma sahiplenmesinden dolayı kalıcılığını istediği aslında bilinen bir gerçek.
    Dünyayı kapsayan ve Türkiye’de yaşayan halkın tek gerçeği istemediği bir yaşam biçiminin dayatılmasıdır.
    Mevcut düzenin içerisinde memnuniyetsizlikler baş gösterdiği halde bunu gezi parkı veya 8 ağacın kesilmesi ile alâkalandıranların aklına ve yazdıklarına şaşkınlık içerisinde seyirci kalıyorum.
    Halkın büyük çoğunluğunun islamı yaşam biçimi olarak görmek isteyişi buna zıt politika içerisinde olanların ise laik düzeni istemesi şu yaşanılan çatışmaların esas kaynağıdır.
    İki guruba ayrılan halk tüm dünyanın gözüne gözüne bu gerçeği sokarcasına çatışmalar yaşıyor fakat hiçkimse gerçek sebebin bu olduğunu dile getirmek istemiyor, ayrıca budaklanmış diğer sorunları öne sürüyorlar.
    Halkın bir kısmı Atatür’ü sevme ve ona saygı gösterme baskısına baş kaldırırken diğer kısmı laik düzeni her anlamda yaşam modeli olarak belirlemek istiyor.
    Bu bağlamda her iki tarafında isteklerinin yerine gelmesi mümkün değil.
    Dünya dan daha dar bir çerçeveye sığdıracak olursak, Türkiye geneline bakarak her iki modelin bir aradalığının sürüyor olması bir diğerinin baskın ve hükmediciliği halkın kendi kendine bölünmesine sebep olmakla beraber seçilen liderinde yaşam modeline aykırılığı beş gündür görüldüğü üzere istenmeyen olayların doğmasına sebep oluyor.
    Türkiye genelinde ve Dünyada büyük savaşların çıkarılmasının arkasında tek gerçek var ‘ İSLÂM ‘ peşinden gelen diğer gerekçeler aslında her halûkârda çözülebilecek sorunlardır.
    Şunu kabul etmeliyiz; şu veya bu sebeple dünyanın sorunu olarak görünen ve zulmün,büyük küçük kadın erkek insan katlinin tek ve yegâne sebebi İslâm dininin dünyaya hükmedeceği korku ve endişesidir.
    Türkiyede yaşanan beşi,nci gün itibarı ile Gezi parkı olaylarınında sebebi bundan kaynaklanmaktadır.
    Kanaatimce bu çatışmalar ve savaşlar kıyamete kadar sürecek ve asla son bulmayacaktır.
    A dostlar çözülebilecek sorunları tepişerek didişerek halledemezsiniz ve en önemlisi
    bu komik İktidar bahanesini bir kenara bırakın artık!…

    / AsLı SeLâm.

  6. Mehmet bey; selamun aleykum!

    Şöyle bir bakıyorum sizin “kazanımlar” listenize ve pek çoğunu ben kayıp sayıyorum. Bunların sebeplerini uzun uzadıya yazmalı mıyım karar veremedim, çünkü bundan bir fayda hasıl olup olmayacağını kestiremiyorum. Bu yorumları okuyup okumadığınızı da bilmiyorum, okuyor musunuz? Yoksa göz mü gezdiriyorsunuz?

    Yine de bir cümleyle yazayım : yukarıya bakıyorum ve ana akım gâvur medyasının “özgürlükçü” kalemlerinden birinin tercümesini okuduğum hissine kapılıyorum.

  7. kardeşim yazınızı arşive kopyaladım.haklı tespitleriniz var.eksiklikler de olabilir.fakat siz kendi ülkenizde yaşamıyormuşsunuz.uzaklardan ne kadar tesirli ve sağlam olunabilir ki.bediri tam yerinde ve zamanında yaşamak gerekir,fethi göremesek de yaşayamasak da.nacizane bir fikir.saygılar,selamlar.

    • @kadriye reis:
      Ben Aylardır Türkiye’de yaşıyorum ve eylemleri yerinde, defalarca Taksim ve Beşiktaş’ta bizzat yaşayarak tecrübe ettim. (Evet, ben de gaz yiyenlerden oldum).

      • Sığ sularda yüzüp okyanus derinliği kadar yorum yapmak… 80’li ve 90’lı yıllardaki “Saçların ne renk” cesaretli cümleleriyle nam kazanmışlığın satıcılığı ile dikkate aldığım yazınız ve nihayet Türkiye’de yaşa(ma)dığınızı itiraf etmeniz… Merak; yerlilere benzemediğinizi ne zaman fark edeceksiniz. Ve Taksimcilerin özlemini çektiği özgürlüklere ne zamandır özlemle bakar oldu bu camia? Nerede kendi değerlerinizle bu olaylara adam akıllı yapacağınız gerçek yorumlar? Cevap vermiyorsa bu cemaat, cehaletinden değil; Suskunluğu asaletindendir.
        Lütfen ya adam akıllı konuşun ya da kesin sesinizi(!)

        • @Mina Akyel:
          Satıcılığımla başladığınız yorumunuz beni derin sulara çıkartmadı. Ocak ortasından beri tamamen Türkiye’deyim. Taksimciler dediğiniz insanların (ben kargaşa ve tedhişten medet umup haklı tepkileri kirletenleri net biçimde ayırdım yazımda), benim gördüğüm kadarıyla özlemleri şunlardır: Sesini duyurabilmek. Gösteri ve kendini ifade hakkı. Aşağılanmamak. Herkese adalet. Kişisel yaşamı ve tercihleri üzerinde söz sahibi olmak. Kamu yönetiminde şeffaflık… Duymak istediklerinizi söylemeyeceksem sesimi kesmem gerektiği gibi dayatmalara gülebilmek de yukarıdaki özlemlere dahildir. Sıraladıklarım dışındaki özlemler zaten kendilerini sadece şiddet, hakaret, taciz ve terörle ifade etmek yolunu seçmiş görünüyorlar. Saydığım özlemleri özleyenler yerliler değilse haklısınız, yerlilerden değilim.

  8. Birgün haklarını savunma adı altında eylem gerçekleştiren herkes yaptığı bu amaçsız davranıştan dolayı kendinden utanacak. Şimdi direniş diye bağıranlar o gün geldiğinde direniş diye bağırına direniş gösterecekler. Allah sonumuzu hayır eylesin.

  9. Bilgi çağının iletişim kültürünü sadece sosyal ağlarla ve bu sosyal ağların toplumda ki etkisiyle anlatabilmek yeterli değil diye düşünüyorum. Farklı bir çağı yaşamaya başladık. Bu çağı özellikle; bizim gibi endüstrileşmeyi tamamlamadan, kısa yoldan bilgi çağını yaşayan gençlerin yoğun olarak yaşadığı toplumlarda beklenilen yönetim tarzının , yerleşik hükümet ve yönetim algılardan çok çok farklı olması, iktidarda aradıkları özelliklerin şeffaflık içermesi talebi, kolayca denetlenebilir olmasını istemleri, kısa zamanda sonuç alma kültürünü benimsemiş olmaları yaşanılan sistemle çatışmalarını kolaylaştırmakta. Salt özgürlük kavramından çok uzakta olan bu duruma rağmen bu hareketlerin özgürlük ile ilişkilendirmeden de anlatmak mümkün değil. Mısır’da, Libya’da ve diğer arap ülkelerinde gelişen hareketlerin Türkiye ile benzer özellikte olan tek bir yönü varsa o da budur.

  10. şahsen ben sokaktaki göstericilerden pek umutlu değilim.onların yapabileceklerinden de.yani avm ye karşı çıkarlar ama yapılsa ilk onlar gider. kapitalizmden dem vururlar hepsinin cebinde iphone, baskı var derler ancak baş örtü meselesinde hiç bu kadar özgürlükçü değillerdi, eşitlik istiyoruz diye slogan atarlar sürünün başında medya patronlarının bir numaralı oyucuları, sosyal alemde her grup direnişin yanındayız diye başlık atıyor ancak mc donalds dan reklam alıyor. şahsi fikrim birey olarak kendimize çeki düzen vermedikçe bir aile olamayız bir aile olamadan bir toplum teşekkül ettiremeyiz bu şekilde organize olamayan bir toplumunda sesinde küfür olur gaz dolu sokaklarda yankılanır.

  11. Cemil Caca Arslan

    Katılmadığım yerler var demiştim. Katılmadığım demek yanlış olmuş. Daha çok “farklı tanım kullanacağım” yerler diyelim.

    “CHP, MHP ve İşçi Partisi/TGB koalisyonu”na isyan etmeden önce “CHP, MHP ve İP/TGB gibi örgütlerin -en azından üyeleri olduğunu iddia edenlerin-” kısmına dikkat etmeliydim.

    “Devrimci Müslümanlar” meydandaki İslâmî hassasiyet sahibi insanların tamamını kapsamıyor elbette. Onların dışında, “Devrimci Müslümanlar”ın deyişiyle “geleneksel Müslümanlar”dan da vardı alanda.

    Tanımlara takılmam dışında gayet katılıyormuşum aslında yazıya.

    Mehmet Efe’ye de twitterda katılmadığım noktalar var dediğimde gelip “katılmadığınız hususları lütfen bir şekilde bildirin. Yazının altındaki cevap formunu kullanbilirsini. Düzeltmekten çekinmem.” dediği için ayrıca teşekkür ediyorum. Pek rastlanılmayan bir nezâket örneği.

  12. Efelenmeden dersi ezberletmişsin Efe…:)

  13. Benim de bu kazanımlarla ilgili şüphelerim var. Şöyle ki:

    1. Başbakan, projede meydandaki ağaç sayısında azalma değil artma olduğunu, son olayların başlamasına neden olan teşebbüsün, yol genişletme için 10 ağacın başka yere nakledilmesi olduğunu söylüyor.

    İktidarın imar, kentsel dönüşüm başta olmak üzere genel olarak icraatlarında daha katılımcı, daha şeffaf olmadığı doğru. Ama bu iktidardan da öte, Türkiye’nin bir genel sorunu. Anayasa ve YÖK Yasası için kendilerinden görüş sorulan ama görüş bildirmeyen üniversitelerin olduğu bir ülkedeyiz.

    2. Bu maddeye genel olarak katılmakla beraber, hükümete karşı yıllardır amansızca yürütülen “hain, satılmış” muhalefetinin de sorumluluğu olduğunu teslim etmelisiniz. Tayyip Erdoğan’ı aynı anda hem Rum hem Gürcü hem Ermeni hem Sabetayist ilan eden kitaplar yazıldı bu ülkede.

    3. Gezi Parkı’na yönelik kitlesel tepki ve eyleme katılımda haklısınız. Ama çok kısa süre içinde eylemlerin yayılmasında, İstanbul özelinde Taksim’den Beşiktaş’a, Dolmabahçe’deki Başbakanlık ofisine yönelmesinde, Ankara ve İzmir’deki eylemlerde derin unsurların ve ulusalcı/Ergenekoncuların büyük rol oynadıklarını göz ardı etmeyin. Ben Ankara Çankaya’da, CHP’nin %62 oy aldığı bir semtteyim ve buradan bakınca protestoların 28 Şubat dönemi ve 2007’deki cumhuriyet mitinglerinden pek farkı yok.

    4. Bu çabaları ben de takdir ediyorum. Ama şu ana kadar Gezi Parkı eylemleri bir lider, bir sözcü çıkaramadı. Sadece Sırrı Süreyya Önder, o da bir süre sonra eylemlerin ulusalcı/Ergenekoncular tarafından ele geçirilmesiyle birlikte geri çekildi. Bu eylemlerin bir siyasi harekete dönüşebileceği konusunda ciddi şüphelerim var.

    5. Günaydın! Türkiye’nin adam akıllı bir muhalefete ihtiyacı olduğu yıllardır ortada! Ama bu muhalefetin bir türlü ortaya çıkamayışı da herhalde Ak PArti’nin kusuru olmasa gerek!

    6. SSÖ bence şu anda “bu memleketin kurdu kuşu” diyerek yerli bir dil kullanabilecek ama aynı zamanda küresel anti-kapitalist söylemi de takip edebilecek, aynı anda hem Kürtlere hem Beyaz Türklere hem de dindarlara hitap edebilecek çok özel bir isim. CHP’den İBB başkan adayı olsa seçimi alacağını düşünüyorum. Ama ne SSÖ CHP’den aday olur, ne de CHP SSÖ’yü aday gösterir. BDP’li Baluken’in “çekiliyoruz” açıklaması da gayet güzeldi. Ama işte BDP’nin önünde de Abdullah Öcalan’dan Kandil’e kadar bir dizi vasi var.

    7. Bu gençlik, jenerasyon muhabbetleri özellikle Amerika’da sıkça yapılır. Generation X, Y diye kuşaklara isimler verilir. Bu yeni gençliğin en önemli özelliklerinden biri de apolitik olmaları. Bu bir kazanım mı, kayıptan kazanım mı, bilemiyorum.

    8. 12 Eylül öncesi için gazetelerde, dergilerde okuduğumuz ajan-provakatörlerin sosyal medyada nasıl hareket ettiğini gözlerimizle gördük, ama Sosyal Medya hiç de öyle doğal sınırlarına çekilmiş değil. Belki olaylar dindikten sonra yapılacak akademik çalışmalar, istihbarat birimlerinin takipleri, “halkı isyana teşvik” edenlerin adalet önüne çıkarılmasıyla bu alanın başıboş olmadığı gösterilebilir. Ama şu an provokasyonlar hala devam ediyor.

    9. Katılıyorum.

    10. Arap Baharını daha iyi anlayanlar, zaten daha önce o bahara ilgi gösteren, takip edenlerdi. İçinde Arap geçen herhangi bir şey, eylemlere katılan geniş bir kesimin umurunda bile değil. Ben kendi facebook çevremde iki yıldır Suriye’yle ilgili canhıraş bir biçimde arkadaşlarımı bilinçlendirmeye çalışıyorum, ama şunu net bir şekilde gördüm: Arkadaşlarım arasında eylemlere en fazla destek verenler, Suriye’yi en umursamayan insanlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir