“Zulmedenlere meyletmeyin ki
size ateş dokunmasın. Sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur.
Sonra yardım da göremezsiniz!” (Hud:113)
Şu gerçek artık herkese ayan ve beyan olmalı: Türkiye’yi bugün yöneten parti ve devlet başkanı; askeri vesayet ve imtiyazlı bir azınlığın zorba rejimi altında dibe vurmuş bir ülkenin tüm kesimleriyle destek verdiği bir Adalet ve Kalkınma partisi ve lideri değil. Bu Ak Parti, verdiği tüm sözlerden dönmüş, içtiği tüm yeminlere ihanet etmiş bir partidir.
Ülkeyi kapitalizmin en çirkin versiyonunun karikatürüne döndüren, İncirlik üssünü ve limanları ABD’ye tahsis eden, Türkiye’yi NATO toprağı ilan eden, G-20 zirvesini ağırlayan Ak Parti iktidarı, İsrail’le perde arkasından sürdürdüğü ilişkiyi, “normalleşme” anlaşmasıyla resmileştirdi. Üstelik normalleşmeyi geçin, adeta yaltaklanan bir üslupla.
Rusya’ya kabadayılık yaparak içerdeki itirazlara “Rus Ajanı” diyen Ak Parti, Putin’in ayaklarına kapanacak haysiyetsizlikler sergilemeye başladı.
Müslüman Kardeşleri Suud’un oyununa getirip Rabia katliamının kurbanları üzerinden prim yapmaya çalışan Ak Parti, Sisi ile aynı koalisyona girdi, Müslüman Kardeşler ve Mursi’ye resmen “Terör Örgütü” diyen Suud kralına devlet nişanı taktı.
“Fetih”, “diriliş” “devrim”, “Furkan günleri”, “cihad” edebiyatı pompalayan ve itiraz eden herkesi linç eden; Suriye politikalarını sorgulayan herkese ağızlarından ‘Esedci’, ‘katliamcı’, ‘İrancı’ köpükleri saçan orta zekalı tetikçileri saldırtan Ak Parti, İsrail ile anlaştıysa Esed’le niye anlaşamadığını da bir güzel izah edecektir.
Demokrasi, hukuk, toplumsal barış ve adalet konusunda bugüne kadar ülkeye verdiği tüm önemli sözlerden döndü, vaadlerini sattı, kazanımları seçim takvimlerine yayıp yozlaştırdıktan sonra parça parça geri aldı, darbecilerle açıktan iş tutmaya başladı.
“Yasin Börü” sloganı atanlar; çocukları, kadınları, sivilleri öldürttüler. Aylarca sokağa çıkma yasağıyla yüzbinlerce insanı açık hava hapishanelerine mahkum ettiler. Hukuk ve kural tanımadan orantısız bir savaş gücüyle ilçeler, yüz binlerce ev ve sayısız mahalle yerle bir edildi. Edilmeye devam ediyor.
Bodrumlarda mahsur kalmış insanların hepsi terörist bile olsa (DEĞİLLERDİ), 178 insanı diri diri yakmanın adı İsrail’in dediği gibi “terörle mücadele” değil, İsrail tarzı katliamdır. Yaptılar. 17 ilçede 1 buçuk milyon insanın hayatı aylarca felç edildi, yüz binlerce insanımız göç etti. 28 Şubatın caddelerde yürüttüğü ORDU TANKLARI mahallelere ateş etti. Annelerin cenazeleri günlerce sokak ortasında çocukların gözleri önünde yatarken seyrettiler. Cesetleri soyup teşhir ettiler. Irkçılık ve cehaletten başka özelliği olmayan serserileri seçip cephe diye mahallelere sürdüler. Sivillerin evlerine girip çatışmalarda kalkan yaptılar. “Yahu siz ne yapıyorsunuz?” diyen herkes hain, örgüt propagandacısı, kıblesi değişti, maşa, Kürtçü ilan edildi; linç edildi; gazetecilik yapmaya çalışanların, akademisyenlerin, yazarların, sanatçıların hayatları tehdit edildi.
Esedleştiler, Sisileştiler, İsrailleştiler.
İç güvenlik yasasını okuyun. Halkı ve tüm kamu görevlilerini birbirini ihbar etmeye davet eden yönetmelikleri okuyun. “Operasyon bölgelerinde suç işleyen askerlere” yargı yolunu kapatan yeni protokolleri okuyun. ‘’Böyle protokol olamaz, olmayacak. Bu işi bitireceğiz” dedikleri EMASYA Protokolüne yani 90’ların askeri müdahale hukukuna bile resmen geri döndüklerinden haberiniz olmadı mı hala? İnsanların kanlarını laboratuvar testinden geçirmekten, süt bozukluğundan dem vuran ilkel bir ırkçılığa evrilen Ak Parti’nin çok övündüğü kalkınma konusunda da herşeyin yapay ve göstermelik olduğu, abartı ve yalan olduğu; yapay bir ekonomiyle ülkeyi duvara toslatacağı ortaya çıkmaya başladı.
Eğer kendi eşleri ve çocukları başörtülü olmasaydı hala kamuda bir Başörtüsü özgürlüğü de olacak mıydı emin değilim ama artık gücünü zayıflatacaksa terketmeyeceği hiç bir pozisyon olmayacağından şüphem yok.
İsrail’e Diz Çöktüren Yalanlar
Mavi Marmara eylemini meydanlarda seçim propagandasına çeviren AkP’nin İsrail’le normalleşmesinin kısa tarihine bakalım. Kendini İslam’ın kılıcı olmakla övünen Türklerin Devleti olarak kabul eden Türkiye Cumhuriyeti başından beri İsrail’in can damarı oldu. Şöyle ki:
- İsrail işgal ve etnik temizlik devletini bölgede bir devlet olarak tanıtan ilk devlet Türkiye Cumhuriyeti oldu.
- Türkiye Cumhuriyeti, İsrail’le ekonomik, stratejik, istihbarat ve askeri işbirliği konusunda Amerika’dan bile daha yakın çalışarak adeta uzantısı haline geldi.
- İsrail NATO gücüne Türkiye vetosu yüzünden katılamıyordu. Türkiye, İsrail’in Akdeniz Diyaloğu çerçevesinde NATO çalışmalarına katılmasına onay vererek İsrail’i NATO korumasına aldırdı.
- İsrail’in dahil olmak için bin dereden su getirdiği Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD üyeliğine uygulanan vetoyu kaldırdı. Filistin Yönetimi’nin Türkiye’den veto hakkını kullanması için Başbakan Erdoğan’a yazdığı mektup görmezden gelindi. İsrail, OECD üyeliğini, meşruiyeti yolunda kazanılmış en büyük başarılardan biri olarak ilan etti. Aynı yıl İsrail Gazze’ye tarihinin en kanlı saldırılarından birini düzenledi.
- Nükleer silahsızlanma tüm dünyanın baş gündemi iken, BM Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu toplantısında İsrail’in nükleer kapasitesi masaya yatırılmak istendi, oylamaya geçilirken Türk temsilci o anda dışarı çıktı, hiç bir fikir beyan etmedi, sonra da ‘çekimser’ oy kullandı.
- İnsani Yardım götürmek için değil, ABLUKAyı kaldırmak için yola çıkan Mavi Marmara’ya 38 ayrı ülkeden sivil temsilciler, gazeteciler ve eylemciler katıldı. Tüm katılımcı ülkeler adına Uluslararası Ceza Mahkemesinde (Lahey) İsrail aleyhine açılan davada mahkemenin savcısı taraflardan konuyla ilgili bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etti. Bir tek Türkiye Dışişleri, bizde bilgi, belge yok dedi hatta Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti Raporu”nu bile göndermedi.
- İstanbul’daki Mavi Marmara davasında 9 vatandaşını katleden İsrailli yetkililer hakkında verilen kırmızı bültenle yakalama kararının, Türkiye yasaları gereği hemen yürürlüğe koyup İnterpol’e gönderilmesi gerekirken, Adalet Bakanlığı, üstelik korumaya ve uygulamaya namusu ve şerefi üstüne and içtiği yasaları çiğneyerek bu kararı yıllarca hasır altı etti. İHH, ÖzgürDer gibi örgütler de AkP’nin yalanlarını yaymaya, meydanlarda AkP megafonu eylemler organize etmeye devam etti. (‘Bir iki işgüzar’, ‘hallediyoruz’ gibi saçma sapan hikayeler anlatarak insanları oyalamaya hizmet ettiler.)
- Yukarıdaki 2. maddeden sonraki tüm katkılar Ak Parti yönetimi tarafından yapıldı.
Gelelim siyasi pozisyonu “Tek karış toprak bile Filistin’e devredilmeyecek” olan Netanyahu ile, İsrail’e karşı çıkan herkesin kafası baltayla kesilmeli diyen Lieberman ile veya “Filistinlilerin anaları da çocukları da yılan” diyen Ayeled Shaked ile “normalleşme”lerine:
- Gazze’ye abluka kalkmadığı gibi Türkiye göstermelik insani yardımlarını bile Mavi Marmara şehitlerini sıfırlayarak İsrail’in Aşdod limanından yapmayı kabul etti. Böylece Türkiye, İsrail’in Gazze dahil, tüm Filistin üzerinde yegane meşru devlet ve otorite olduğunu bir kez daha tüm dünyaya kabul ve ilan etti. “Şu kadar insani yardım göndereceğiz” söylemleri aslında İsrail’in yegane sorumlusu olduğu Gazze’deki yıkım ve insanlık suçlarının sonuçlarının bir kısmına İsrail’in izniyle yara bandı gönderme işini üstlenmiş olduk demektir. (Abluka ile Ambargo arasındaki farkı da öğrenin lütfen. Ayrıca Mavi Marmara’dan önce Türkiye’den Gazze’ye giden yardımlar zaten Aşdod limanında kontrol edilerek Gazze’ye gönderiliyordu.) Yani 2 milyon Filistinli Gazze temerküz kampında tutsak kalmaya devam edecek. Gazze, bağımsız Filistin toprağıdır. Mavi Marmara, Gazze’ye insani yardım için değil ABLUKAnın kalkması için yapılmış bir eylemdi. Türkiye devletinin Aşdod üzerinden yardım göndereceğiz demesi, İsrail’in Gazze üzerinde otorite olduğunu kabul ve destek ve ablukayı aklamak demektir. BM Güvenlik Konseyi’nin 8 Ocak 2009 tarihli 1860 sayılı kararı Gazze ablukasının hukuksuz olduğunu tesbit ve ilan etmişti. Anlaşma ile ablukayı tanıyan ve resmen meşru kabul eden ilk ülke Türkiye oldu.
- Ailelerin rızasını bile almadan, üç otuz paraya şehitleri satan Ak Parti, Mavi Marmara katillerini yargılamaktan vazgeçerek, gıyabi yargılama ile İsrail’in meşruiyetini tartışmaya açmanın da önüne geçti.
- Filistin’in direniş iradesi Hamas’ın Türkiye ile ilişkisi sadece bir sembolik ofise indirgendi, öte yandan İsrail Türkiye içinde büyükelçiliğine tekrar kavuştu. Halka açıklanmayan ama İsrail medyasının bildirdiğine göre, Türkiye, artık Hamas’ın doğrudan ya da dolaylı olarak askeri aktivitelerine hiçbir şekilde ev sahipliği yapmayacak ve Türkiye Hamas’tan gelecek İsrail’e yönelik saldırıları diyalog kurarak önlemeye çalışacak. (Türkiye Hamas’a karşı İsrail’i koruyacak yani.)
- Türkiye İsrail’in Filistinlilerden gasp ettiği doğal gazı satmanın taşeronu (satış şubesi) olarak İsrail’in bekasına hizmet edecek. İsrail yılda ortalama 2 milyar dolar gelir elde edecek ve Gazze’yi vurmaya devam edecek.
Ezcümle: Abluka’nın kalktığı: YALAN. Hamas’ın teşekkür ettiği: YALAN. Doğru olan şu: Mavi Marmara’dan sonra meşruiyeti dünyada tartışmaya açılan İsrail, AkP sayesinde şimdi muazzam bir aklanma dopingi aldı. İsrail’le ortak tatbikatlar yapmaları; Ak Medya, TRT ve Anadolu Ajansı’nın düpedüz İsrail propagandası yayınlamaya başlamaları da yakındır. (Başladılar.)
Farklı bir şey söyleyen, bu anlaşmanın İsrail’in aleyhine, Filistin’in hayrına olduğunu söyleyen her kim olursa olsun (Türkiye zafer kazandı diye yazdırılan İsrail yayın organları dahil); en masum ihtimalle cahil bir takım taraftarı veya kandırılmış değilse;, düpedüz manipülatör ve ahlaksızdır. “Objektif ve subjektif ihanet” içindedir.
Bakın anlaşma duyurulduğu sırada, İsrail silahlı güçleri 1947’den beri ilk kez, hem de Ramazan’ın itikaf günlerinde Mescid-i Aksa’yı bastı ve içerdeki müslümanları teröre boğdu. Türkiye’den bir gık bile çıkmadı. Anlaşmayı ilan ettikleri sıralarda, Netanyahu 1967 sınırlarına asla dönmeyeceklerini, Doğu Kudüs’ten asla çekilmeyeceklerini ve Suriye’ye ait Golan tepelerinin İsrail toprağı olarak kalacağını ilan edip nanik yapıyordu. Türkiye’nin devlet başkanı Erdoğan’dan çıkan gık, Mavi Marmara’nın günün başbakanından izinsiz gittiği ve “şov” yaptığını ilan etmek oldu.
Konuyu, Mavi Marmara’da şehid edilen rahmetli Çetin Topçuoğlu’nun eşi Çiğdem Topçuoğlu’nun anlaşma konusunda Ak Parti hükumetine yazdığı mektuptan satırlarla bağlayayım:
“Keşke O gemide vurulsaydım da bu olanları görmeseydim. Anlaşmaya imza atacak eller hiç siyonistlere taş atmadınız değil mi? Sizleri ALLAH (c.c)a havale ediyorum.”
Ak Parti, dokuz şehidimizin ve Filistin’in kanlarına basa basa; Kudüs’ün ve Gazze toplama kampının esaretinden utanmadan; İslam’ın baş düşmanı Siyonist katillerin yedeğine girerken, öte yandan Türkiye halkına ahmak ve aptal muamelesi yapmaya devam ediyor.
Diz çöktürdük diyorlar. Diz çöken Türkiye’dir. Özür dilettik diyorlar. Özür dileyen Türkiye’dir. 1948’den beri soykırıma tabi ve bir ölüm kalım savaşı veren Filistin memnun diyorlar. Haritaya bakın. Bir kez daha bakın.
Halkı Ahmak Yerine Koymak…
Hiç bir kademesinde ehliyet, bilgi, yeterlilik sahibi insanlara geçit verilmeyen bir madrabazlar çetesine dönmüş Ak Parti, artık siyaset değil provokasyon, umut değil korku, toplumsal barış değil iç savaş, adalet değil keyfi hukuk ve baskı, kalkınma değil rant ve borç, hükumet etmek değil vesayet üreten bir kabusa dönmüştür. Yandaşlarından imtiyazlı bir azınlık hariç, herkes için bir kabusa. Elde ettikleri güç ve iktidarı devam ettirmek için her şeyi yapabilmek ve her seferinde en haklı, en doğru olmak istiyorlar.
2014’de Erdoğan’ın “Eski Türkiye geride kaldı. Boynunu büken, gündemi belirlenen, özür dileyen Türkiye artık geride kaldı.” dediği Türkiye geride kaldı doğru, daha öncesine, daha beterine doğru yuvarlanıyoruz.
Havaalanları, meydanlar, otobüs durakları, madenler, nesli tükenen fabrikalar, üniversiteler, vakıflar, eğitim kurumları; her yer hunhar bir ölüm tehlikesinin gölgesine girdi. Hiç kimse gelecek planı yapamaz oldu. Bir şebekeye zorlanmamış gençliğin gelecek tahayyülleri, artık her gün “bu gün de ölmedim anne!” tesellisine indirgendi. Ülkeyi getirdikleri nokta konusunda hiç bir sorumluluk almadan arsızca herkesi terörü lanetlemeye ve kendileriyle birlik olmaya çağıranların duymaya hiç niyetli olmadıkları bir feryat bu: “Bu gün de ölmedim.”
Ak Parti’den daha iyisi yok diyenlerin iyi düşünmesi gerekiyor.
Sözlerinden dönmüş, tüm yeminlerini hasır-altı etmiş bir parti bu. Başta İslam olmak üzere ülkenin tüm değerlerini ve ortak paydalarını siyasetin paspasına indirgeyen ve tamamen sahte olduğu bir kez daha ayan beyan olan söylemleri bir kenara bırakıp pratik sorular sormalısınız kendinize: Cihad, diriliş, direniş, fetih, İslam, Kur’an, Kutlu Doğum sahtekarlıkları pompalayan Ak Parti’nin bir zorbalık düzenine dönmesini ister miydiniz? Hukuksuz kontrolsüz sorumsuz bir sistem kurulmasını ister miydiniz? Sonuçta elinde güç tutan insanlardan oluşan Ak Parti tamiri imkansız hatalara kalkıştığında durdurabilme imkanına sahip olmak istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Ak Parti, şu Ak Parti’den daha beter bir betere dönüştüğünde ne yapacaksınız? Dönüşmemesi için ne yapıyorsunuz?
Siyasetçilerin, millet vekillerinin, bakanların, akademisyenlerin, ilahiyatçıların, gazetecilerin yalan söylemeyi görev bildiği bir ülke nereye varacak sanıyorsunuz? Daha dün, Ramazan gecesi, “İsrail maşası” diye suçladıkları cemaatin yardım kampanyalarına bağışta bulundu diye orta sınıf bir iş adamı ailesiyle uykudayken kapısını kırarak evini bastılar.Dehşet içinde uyanmış 6-14 yaşındaki çocukların gözleri önünde anne ve babalarına kelepçe taktılar; “Çocuklarımızın önünde yapmayın” diye yalvarmalarına rağmen.
Kızınıza tecavüz eden polisin cezalandırılacağından emin olmak ister misiniz istemez misiniz? Soma ve Ermenek katliamlarının geleceğini görseydiniz, iş güvenliği ve ihale kanununu değiştirmek gücünüz olmasını istemez miydiniz?
Peki ya hukukun, siyasetin, anayasanın, polis yetki ve selahiyetlerinin tamamen keyfine bağlandığı Erdoğan’ın Allah korusun başına bir şey gelirse?
Takım taraftarı düşüncesiz goygoycular gibi değil; aklı, hesap gününe inancı, vicdanı olan insanlar gibi düşünmeniz gerekiyor. Çocuklarınızın ve kendinizin yaşayacağı ülkenin gidişatını iyi düşünün. İnsanların çoğu hüsrandadır, hayal kırıklığına uğratırlar, hatırlayın. Er yada geç herkesi etkileyen bir şeydir devlet, polis ve yasa.
Muhalefeti etkisizleştiren; alternatifleri bitiren; yalan, iftira, linç, karalama, zorbalık ile iş tutan; hukuku keyfileştiren, adalet sistemi felç olmuş her devletin varacağı yer budur: Manevra gücünü kaybetmiş, daha güçlülerin oyuncağı haline gelmiş bir oligarşi idaresi.
“Durmak yok, yola devam” diyenler ve onların “durmak yok ‘yal’a devam” diyen megafonları, yolun sonuna geldiklerini görebilecek olsalardı, bu noktaya gelmezdik zaten.
Benim için ise, artık Ak Parti’yi savunmak, İsrail’in ortağını savunmak anlamına da geliyor.
***
Güncelleme (5 Şubat 2017): İsrail yeni yerleşimleri çakma meclisinden yasallaştırıp, (geriye kalan iki karış Filistin’den bir parçayı daha ilhak edişini) ilan ettiği sırada dünyada en cılız tepki AkP Türkiye’sinden geldi ve ertesi gün İsrail Gazze’yi vururken AkP’li bakan Nabi Avcı, Türkiye adına İsrail’le kucaklaşmaya gitti.
Konuyla ilgili şu yazıları da okumadan geçmeyin: