“ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.”—Nazım Hikmet
Vatan egemenlerin yaşam biçimi ve onların memurlarının maaşları ya da sarayların bekası değildir.
Vatanı vatan kılan, uğruna dökülen kan değildir; hele egemenlerinin döktürdüğü kan hiç değildir. Anılardır, tarihtir, paydaşlıktır, aidiyettir, evde olmaktır vatan.
Kan ve can verenlerin geride kalanlarına cehennem olurken, kan ve şehit isteyip duran egemenlere cennetse; saraylarında vampirlerin oturuyorsa vatan, vatan değildir; büyük bir hapishanedir.
Vatan insanların korkmadan, onurla, başı dik yaşayabildiği; çocuklarını kendi umutlarıyla büyütebildiği; ibadetini mühürlü onaylı kağıtlar okumaya indirgenmemiş imamlarıyla yapabildiği; cenazelerini kaldırabildiği, kabirlerini ziyaret edebildiği yerdir. İnsanların hayal kurabildiği, hayallerini gerçekleştirmekten korkmadığı yerdir. Vatan aynı şarkılara ağlayanların, aynı dualara amin diyenlerin, aynı masalları anlatanların birliğidir.
Vatan ortak paydaların, ortak değerlerin, ortak tarihin, imtiyazlı bir grubun tahakküm aracına dönmediği yerdir. Döndüğü yerde, zulüm odakları şiddet ve dehşet sarmalları üretir, değişim isteyen hiç kimse ortak paydalara vurgu yapmaz. Herkes kendi hakimiyet alanının kural tanımaz savunucusu olur.
Vatan ya üzerinde yaşayan HERKESİNDİR ya da hiç kimsenin. Bir tek masumun acısı pahasına, bir bebeği kurban etmek pahasına birliğini muhafaza ettiğini sanan vatanın kaybettiği daha büyük bir şey vardır. Babanızın malı, atanızın mirası değildir vatan; çocukların emanetidir.
Çocuklar sağ olmayacaksa, vatan da sağ olmasın diyenlerin susturulduğu; barışın kötü bir sözcük olduğu ülkede konuşanlar canavara dönüşür. Canavara dönüşmeye razı olmuş kişi, insan gibi acı çekmek imkanını kaybetmiştir. Ruhu kararmış, kalbi taşlaşmıştır. Rahatı tamdır. Canavarların vatanları olmaz, av sahaları olur.
Devleti, bayrağı, anayasası üstün veya asli bir ırk temelinde kurgulamış çok ırklı bir ülkenin, milli birlik ve beraberlik edebiyatı da sadece kanlı bir buldozer övgüsüdür.
Bayrakları bayrak yapan insandır. Bayrakları dalgalanmaya utandırması gereken, onu sallayanların döktüğü kandır.
Umudu ekmek edinmiş bir halkın çocuklarını hakimiyet savaşları, mevzi kazanımları için cephelere, barikatlara sürenlerin davası, daha güçlü olanların maşalığından öteye geçemeyecektir.
Sokaklarının ortasında 7 gün yatan halkın cenazesini kaldırmaktan aciz zırhlı araç yerli malı olmuş, ithal olmuş fark etmez; zulmün kalkanıdır o. Milyonlarca yoksulun süremediği duble yol çirkin bir zulüm sarmalıdır.
Gelecekten umutsuz, hak ve hukukunun korunacağından emin olmayan insanların üstünde dalgalanan bayrak sadece bir zulüm sembolüdür. Hukukun kamu gücünü elde etmişlerin keyfine döndüğü ve iki yüzlülüğün ödüllendirildiği bir ülkede şehit; ailesi barakalarda yaşayan askerlerin ve eline tutuşturulan silahtan başka bir çaresi kalmamış hınçlı gençlerin bir zulüm düzeninin bekası için bayraklara sarıldığı yoksul cenazelerin adıdır.
Kendi halkına ya da halkının bir kısmına karşı vatan, bayrak ve devletin gücünü sallamak ihtiyacını duyan bir devlet için halkı bombalamak doğal bir refleks haline gelir. Vatan, millet veya bayrak sloganları atanlardan sesi en gür çıkanların dertleri ne vatan, ne milletin birliği, ne ülkenin dirliğidir; devletin bekası, kenelerin sırtına bindikleri besin kaynağının devamıdır. Keneler düzeninin en çok tekrarladıkları düzenin bekası, vatan, devlet, bayrak, ya da hainler olur. Durmadan tekrarlar devlet, vatanın kan istediğini, şehit istediğini.
İtibarı saraylarda, zaferi öteki saydıklarına diz çöktürmekte arayanların geleceğini belirlediği ülkede, anaların ağıdı arşı inletir ama binlerce gazete ve ekranın kıyısından geçmez olur. Böyle bir ülkede hiç kimse üzerine zulmün çamuru sıçramadan yaşayamaz.
Egemenleri hırslı, sesi çıkanları sinir küpü, geri kalanları en iyi ihtimalle nevrotik olur. Herkes er ya da geç cadı olur, hain olur, terörist olur, ajan olur, uşak olur, satılmış olur ama insan olmaz, kardeş olmaz.
İmtiyazlarla korunmuş makamların piramidi olarak örgütlenmiş bir soygun düzeninin bağımsızlığı da, ekonomisi de, iç ve dış politikası da, eğitim veya sağlık sistemi de sonunda aynı yere çıkar: Tutarsızlığın ve ahlaksızlığın destanına. Cinayetler tarihine. İktidarının da muhalefetinin de taşeronluk yaptığı bir sorumsuzluk, zulüm ve ikiyüzlülük kültürüne.
Çocuklarına özgürlüğün, adaletin, liyakatin, ehliyetin, hakperestliğin ödüllendirildiğini gösteremeyen; aynı şekilde kim yaparsa yapsın yalanın, örtbasın, cinayetin, haksızlığın cezalandırıldığını gösteremeyen ülkenin geleceği olmaz, tasavvuru olmaz.
Çocuklarına farklılıkların, merak etmenin, sorgulamanın, öğrenmenin, itiraz sahibi olmanın erdemini öğretmeyen ülkenin en meşhur ‘inovasyon’u foto montaj olur.
Çocuklarını dayak, yalan, erkeğin üstünlüğü ve kin ve nefretle büyüten ülkenin gayrı safi milli hasılasının büyük payı caniler, linç, benden sonrası kıyamet diyenler, psikopatlar, sapıklar, tüketim hastaları, hainler, düzenbazlar, şarlatanlar olur.
Sanatçılarının, aydınlarının, alim sayılanlarının, üniversitelerinin, okur-yazar-yayar takımının ekserisinin iktidarı elde etmişlerin megafonlarına dönüştüğü bir ülkede vatan da din de bayrak da histeriye veya birer ‘sanrı’ya dönüşür. Bilim, sanat, din ve ahlak cinayet ve işkenceleri aklamaya dönüşür. Vicdan herkesin diğerine salladığı bir kör kılıç olur. Kara listeler dağıtır gazeteler. Zorbalık ve linç düzeni olur vatan. Hukuk soru soranları boğmanın adı olur. Güruh davranışına millet denir orada. Yalan ve danışıklı dövüşler, direniş diye yutturulur. Yozlaşmamış değer, suikast edilmemiş kişilik, ırzına geçilmemiş masumiyet, yağmalanmamış bahçe kalmaz.
Allah’tan utanmayan dindarların yön verdiği ülkede, nefes alabilenler sadece putperestler olur; ayakta kalabilenler dirençsiz, onursuz, omurgasızlar olur.
Ruhlar kararır, kalpler taşlaşır, kanlı çocuk fotoğrafları gündelik hayatın pornografisi haline gelir. Peygamberin uyarısı hak, Allah’ın laneti yakın olur. Anaların arşa çıkan ağıtları yere döner; ya bir başka zalimin eliyle veya göklerin öfkesiyle kahrolmadık bir milim toprak bırakmaz.
Ne vatan kalır, ne devlet, ne de bayrak.
Ya sizden olmadığını sandığınız bir insanı yerden kaldırmak, kucaklamak için zorlayın kendinizi ya da etrafınıza bakın ve Allah’ın hükmünü bekleyin.
Teşekkür ederim.
Müthiş, çarpıcı, ürpertici, tüyleri diken diken eden bir yazı… Hislerimize daha doğrusu acılarımiza, duyarlılıklarimiza ve feryatlarimiza tercüman olmuş bir yazı. içi boş, mazisi kirli sloganlarla bezeli kokuşmuş bir zihniyetin perdesini yirtarak o pis kokusunu genzimizi yakarcasina, burun diregimizi kırarcasına ifşa eden bir yazı. ..
Henüz 20 yaşındayım. Müslümanım. Sizi bu gece buldum ve yazılarınızı teker teker okuyorum. İslamî endişelerim -gariptir ki- beni tüm sağ görüşlerden zamanla soğuttu. Vatansever olduğu için sosyalist, sosyalist olduğu için vatansever olduğunu söyleyen Marksist gençlik liderlerinin geleneğini sürdürdüğünü sanan faydasız ve boş muhalif Türk solundan ise utanıyorum. 2 yıldır bir sürü ideolojik okuma yaptım, tüm görüşleri kim ne der demeden okudum ve araştırdım. İslamî endişelerine rağmen sizin tabirinizle “her şeye rağmen birlikte saf tuttuk diye” ses çıkaramayan kesimi keskin bir şekilde tenkit etmeniz takdire şayan gerçekten. Sizinle ve yazılarınızla bu kadar geç tanıştığım için samimi bir üzüntü duydum.
Hangi yazınızı okumaya başlasam -heh işte bu! diyorum deyim yerindeyse.
Allah sizden razı olsun.
Fikirlerimin, karakterimin ve dünya görüşümün tamamen şekillenmeye başladığı bu dönemde yalnız olmadığımı bana gösterdiniz.
Üslubunuz da Dr. Şeriati’yi andırıyor, bu da çok hoşuma gitti gerçekten.
Sizinle bir gün uzun uzun konuşmak isterdim.
Yeni yazılarınızı gözlüyor olacağım, blogunuz favorilere eklendi bile.