Bir teyakkuz görevini hatırlatmakta yarar görüyorum.
Bir ideolojiden, hatta bildiğimiz İslam’dan, bir sistem manifestosundan, bir felsefeden doğmadı IŞİD. Kan, ateş, işgal, çatışma, katliam ve umutsuzlukla ülkelerimizi kasıp kavuran bir kaostan doğdu. Emperyalizm’in dayattığı kaosun ve o tarihin ürünü IŞİD, el-Kaide’yi de aşan ve İslam’ı kelle kesmekle eşitleyen global bir algı operasyonuna ve Müslümanların ortasında patlatılan adeta kimyasal bir saldırıya dönüştü. Emperyalizmin yeni bir “İslami Şeytan” bulma şehvetiyle pompaladığı kara propaganda, IŞİD saflarına katılanların çoğunluğunun ve onların tercihlerini destekleyen argümanların da bu toprakların bir parçası olduğunu unutturmamalıdır. (Ve evet IŞİD saflarında Kürtler de var.)
Muhafazakar iktidarını İslam’la eşitleyen Ak Parti’nin bugüne kadar büyük oranda sessiz kalmakla ve şimdi de Ortadoğu’yu silahlarını boca ettikleri bir arka bahçe görenlerin koalisyonuyla aynı söylemi taşımakla katkıda bulunduğu bir saldırı bu. İktidarın, Suriye ve Esed’le eşitleme saplantılı Rojava politikasının geldiği kanlı nokta herkesin malumu. (Ruşen Çakır’ın deyimiyle: “Suriye’de kalbini kırdığınız Kürdün Türkiye’de kalbini kazanamazsınız.”)
Kürtlerin özgürlük mücadelesini tekelinde gören PKK uzantılı hareketin ve İslamı faşizmle eşitleyen Beyaz Türk Solu ve Kemalist moronların da AkP’yi IŞİD’le eşitleme söylemi, aslında “İslam’ın İç Savaşı”na yatırım yapan aynı Emperyalist saldırıya çanak tutmaktadır.
Gençliği İslam’dan koparmak, hainlik değilse, en hafifinden Kürtlerin ve bölgedeki tüm halkların geleceğini dinamitleyen bir sorumsuzluktur. Kader birliğimizi ve özgür ve adil bir gelecek için birlikteliğimizi sağlayan ortak değer ve paydaları tahrip eden, Emperyalistlerin dayattığı pozisyonlar yerine İslam’ın mesajıyla yüzleşmemiz gereken IŞİD belası kadar dinamitleyen bir sorumsuzluk. Bu sorumsuzluğa karşı hepimizin teyakkuz sahibi olması gerekiyor.
PKK uzantılı Kürt Siyasi Hareketi, bölgemizde kışkırtılıp duran mezhep, din ve ırk çatışmalarının üzerine çıkma kabiliyeti gösteriyor ve Kürtlerin top-yekün tarih sahnesine çıkışında önemli bir öncülük potansiyeli taşıdığı izlenimleri veriyordu. Öcalan’ın Newroz mesajı ile başlayan ve Kürt Siyasi hareketinin Siyasal Ortaklık çaba ve söylemleri bu kaabiliyetin tezahürleriydi.
Ancak son zamanlarda IŞİD ve Kobane dolayımıyla çifte dilli bir İslam düşmanlığı söylemine prim vermeye ve şiddet tehditleri savurmaya başlayan Kürt Siyaseti, şaşırtıcı bir aymazlıkla şimdi bu kabiliyetini kurban edeceğe benziyor. Rojava’da, Kobanê’de demokratik veya adil bir yapı kurma çabası yerine, tüm halklarla elele gerçek dayanışma çalışmaları yapmak yerine bu ülke gençliğini şiddet ve çatışmaya yönlendirerek (ve sonuçlarıyla yüzleşmekten kaçınarak) tüm siyasal kazanımlarını ve sahte sınırın berisindeki Kürtlerin geleceğini kumar masasına yatırmışa benziyorlar. (Evet biçimini kontrol edebilecekleri, sonuçları bariz bir süreçdi bu. An itibariyle Kobane eylemlerinden ötürü hayatına kastedilen kurbanların sayısı 25’i buldu). Öteden beri Kürt Siyasi Örgütlerini marjinalleştirmek isteyen Türkiye’nin güç sahiplerinin de gidişatı iştahla seyrettikleri açık.
Bölgemizde halkların birliğini ve onlara özgür ve adil bir gelecek için birlikte cehd etme dinamiklerini sağlayan ortak değer ve paydalara vurgu yapan söylemleri terk eden bir Kürt Siyasi hareketinin varacağı bir sonraki adım sadece siyasal kazanımlarını değil, Kürtleri de kaybetmek olacaktır.
Sokakları terörize etmenin, cinayetin, infazların, vandallığın, (IŞİDleşmenin) Kobanê’ye de Kürtlerin özgürlük ve adalet mücadelesine de hiçbir hayrı yoktur. Terörize edilen Kürt esnafıyla tasfiye edilme korkularından kurtulacaklarını sananların, elinde sopalarla üniversite koridorlarında çatacak “İslamcı” arayanların Kürtlere de, Adil bir ülkeye de, kendilerine de hayrı yoktur. Korkularının da ödedikleri ve ödettikleri bedellere ve ecellerine faydası olmayacak.
Öte yandan tarih, “ben şiddeti misliyle bastırırım” edebiyatıyla sorumluluklarından kaçan iktidarların da çöplüğüdür.
Antalya’da geçen ay linç edilen 20 yaşındaki körpe Kürt çocuğu için kendine Türk diyen bir kaç bin kişi sessizce yürüseydi bugün daha az karanlık olurdu bu ülke.. Ve geçen ay Kürt diye linç edilen 20 yaşındaki o çocuğun da ‘hukuku üstün’ olsaydı, Cumhurun seçtiği başkan, “Kobane’yle Diyarbakır’ın ne alakası var” tahrikini çekmeden önce uzun uzun düşünürdü…
Dargeçit’te halkı tarayıp Abdülkerim Seyhan’ı katleden asker de “bir iki saatte” cezalandırılsaydı, Nusaybin’de sınırdan gelen 13 yaşındaki Beşir Ramazan’ı vuran kurşun namludan çıkmaya tereddüt ederdi.
Sakallı veya Kürtçe bilmiyor diye sokakta infaz edilen insan için birkaç bin Kürt HDP önünde toplanıp hesap vermelerini isteseydi, Köy-Der’i basan gözü dönmüş militanları komşular engellerdi…
Şarlatanlığın, mevzi hesaplarının, güce tapmanın, adaleti kendine yontan maslahatçılığın, nefretin, ‘bize daha çok adalet’çiliğin ekini kan olur hep.
Bir kereliğine işine geleni değil, doğru olanı seçmeye çalışmazsan; şebeke üyeleri gibi değil, sorumluluk sahibi fertler gibi davranmaya başlamazsanız; “onlar şunu yaptı, bunlar buna ne dedi” diye düşünmek yerine, dayatılan her rüzgara kapılmak yerine, “bu doğru mu, şu anda yapmak üzere olduğum eylemin, yazmak üzere olduğum cümlenin bana yapılmasını ister miydim?” diye sormaya başlamazsanız; biçtiğiniz fırtınalar, size dokunmadan geçmeyecek.
Nerede duracağını bilmeyen, her zaman zıddına dönüşür.
Not: İlgili bir diğer yazı: “Rojava roje me..”
Eline sağlık abi.
Eğer barış sağlanacaksa PKK’ya gerek kalmaz. PKK’nın varlığını sürdürebilmesi için barış değil savaş gerekli.
Bence bu yaptıklarının Kobane’yle bir ilgisi yok.
Yazınız güzeldi ayrıca, teşekkür ederim
Abi Kalem tutan ellerin eksik olmasın.
Yani bu kadar güzel ifade etmek, yazıda tartışılabilecek cümleleri bile unutturuyor insana, maalesef Ülkemizde hakkı söyleyen kalemlerin hakkını verebilecek yürekte insan sayısı çok değil. Ellerinize sağlık. Tabii düşüncelerinizede sağlık. Teşekkürler.