“Onların çoğu Allah’a iman etmiştir, fakat müşrik (putperest) olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)
“Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi. Onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi, şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezemez. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse iman kalesi tehlikededir.” (Said-i Nursi)
Yine katliam. Yine katl-i amme. Dicle kenarındaki kuzunun huzur ve güvenliğinden sorumlu olacaklarına ant içenlerin burnu dibinde. Herkesin canı, ırzı, onuru bize emanet nutukları atanların yanı başında.
Barış pankartları taşıyanların, ülkenin her yerinden gelmiş binlerce canımızın, meşhur “Kanlı Pazar”lar olmasın marşıyla yan yana halay çeken gençlerimizin canında patlayan tesiri yüksek bombalar. Stratejik olarak konumlanmış iki canlı bomba, kalabalığı yönlendirecek şekilde peş peşe patlattı kendini. 100 kadar can paramparça, 500 küsur yaralı, 80 milyon şaşkın.
Katliamdan daha bir kaç önce devlet polis aracının arkasına ceset takıp caddeler boyu sürüklemişti. Ve iktidarın uzantısı haline getirilmişler derhal yalan, sahte diye işe koyuldular. Resmi olarak doğrulanınca, bir başka kurbanın bir kez daha anısına saldırdılar ve ‘ama Yasin Börü’ dediler, sonra “tüm dünyada yapılan rutin bir uygulama” dediler, gerçekten. Egemen medya bu iddiayı haber yaptı, bastı, yaydı, çoğalttı. Kimse nedamet getirmedi, yalan yalanıyla, sahte sahteliğiyle kaldı ve pişkin pişkin sırıtmaya devam etti. Devam ediyorlar. Milli İrade Muhtırasına imzalar atan yüzlerce STK’nın ortada görünmeyişi idi normal. Halk savaşını şehirlere taşıyanların kurbanı olan çocukların da, devlet güçlerinin küfürler eşliğinde artık gizlemek gereği duymadan katlettiği çocukların da resimleriyle dolu ülkedeki ekranlar. Ülkede azgın bir ahlaksızlıkla donanmış bir millet türü üreten egemen kültürün ahlak katliamının son yankılarını, adına barış diyen mitingin katliamı izledi.
Ankara, ankızıl. Üstlerine sıçramış kardeşlerinin, arkadaşlarının, yoldaşlarının veya hevallerinin kanı ve gövde parçacıkları ile çılgınca, parçalanmış gövdelerin arasında koşuşturan “Canlı var mı? Canlı?” diye bağıranlara ilk resmi karşılığı ambulanslar vermiyor.. Çevik kuvvet geliyor alana önce ve kan revan içindeki kalabalığı biber gazıyla, yüksek tesirli tazyikli suyla bir de onlar biçiyor. Azıcık haysiyeti olan her hukuk düzeninde katliama teşebbüsle yargılanıyor olmalıydı o emri verenler de uygulayanlar da. Aynı şey aylardır yaşadığımız her kara gün tekrarlandı. 3 ayda 400’den fazla insanımız hayatımızdan hunharca çıkarıldı. Ne katiller, ne azmettirenler, ne de kurbanları kolluk güçleriyle terörize eden sorumsuzlar bulundu veya yargılandı. Yayın yasakları, devletin göz yumma, örtbas etme geleneği eskisinden beter hortladı. Bir tek yetkili veya etkili, adam gibi bir utanç dile getirmedi, bir tek yetkili kamu önünde, sorumluluğunu müdrik bir tek cümle kurmadı.
Ülkeye egemen tüm mekanizmalar tarafından bir ağızdan kurbanlar suçlandı, iktidar suçlandı, iç ve dış güçler suçlandı, üç gün ulusal yas bile ilan edildi ama bir kucaklaşma, bir utanç, bir nedamet ışığı belirmedi.
Sözde başbakan, kalıcı yalanlarına yenilerini eklemekle yetindi. Suruç katliamında canlı bomba olduğu açıklanan genci tutukladıklarını söyledi mesela.
“Güvenlik açığı yok” açıklaması yapıldı mesela. “Güvenlik zafiyeti yok” dedi ülkeyi yönetenler, gerçekten. Başkentin en çok korunan bölgelerinin tam kalbindeki bir barış mitinginde gerçek bombalar, gerçek insanları, gerçekten paramparça edip katletti ve adaletten sorumlu bakan, bir gazetecinin “istifa etmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna Cheshire Kedisi gibi gülerek karşılık vermekle yetindi. Hafıza yeteneği de paramparça edilmiş bu ülkenin yakın geçmişinde, solcuların da ülkücülerin de kahvelerini tarayan silahların aynı silahlar olduğu ortaya çıktığında da Cheshire Kedisi gibi sırıtmakla yetinmişti devlet; hurdahaş edilmiş gençlerin cesetlerine dehşetle bakakalan gözlerimizin içine baka baka.
Hatta, “Türkiye’de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi dahi var. Takipte diyorsunuz ama böyle bir eylemi gerçekleştirme anına kadar hukuk devleti olarak çok dikkatli titiz yürütülmesi gereken mücadeleler. Türkiye bir hukuk devleti.” gibi şeyler de söyledi; adliyeleri komediye dönmüş, avukatların tutuklandığı, hala binlerce masum gencin hapishanelerinde çürüdüğü, Cumhurbaşkanına hakaret edenlerin “Makul Şüphe” yasası ile takibata alındığı ülkemizin baş bakanı.
Megafonlaşmayı reddeden herkesi ya parçalamak ya da çıldırtmak istiyorlar.
İnsan olmamanız gerek, çıldırmamak için. Belki de istedikleri bu zaten. Egemenlerin uzantısı olmayı reddeden, buna kabiliyeti olmayan herkesi çıldırtmak istiyorlar. Megafonlaşmayı reddeden herkesi ya parçalamak ya da çıldırtmak istiyorlar. Başka bir izahı olamaz; yalanın, suçun, ahlaksızlığın, sorumsuzluğun bu kadar ısrarla, bu kadar pişkin olabilmesinin.
Kaskatı bir dumurun ülkesine yol alıyoruz. Aşınmadık, aşağılanmadık bir tek duygumuz, değerimiz; tuzla buz edilmemiş bir tek ortak paydamız kalmadı.
Oturup düşünün, bu canlar bu parçalanmış bedenler kim? Bu ülke nasıl bu hale geldi? Bunu gerçekten hak ediyor muyuz? Bunun gerçekten alternatifi yok mu?
‘miş gibi hukuk, ‘miş gibi siyaset, ‘miş gibi muhalefet, ‘miş gibi basın, ‘miş gibi halk…
Açığı olan sadece güvenlik mi? Tüm ülkeyi yutacak kadar büyüyen, her günü kara gün yapacak bir insanlık açığı, bir sorumluluk bilinci açığı, bir insaf kara deliği var.
Gazete binalarını da, hepimizi birer faiz bankamatiğine döndürmüş bankaları da, parti binalarını da, örgüt kafelerini de, okullarımızı da, sarayları da kuşatacak bir fırtına olacak yegane hasadımız. İktidarı, muhalefeti, aydınlarıyla; tüm toplumsal aktörler topu taca atıp durdukça, sorumluluktan kaçınmaya devam ettikçe; hepimiz HERKES İÇİN HAYAT hakkı istemedikçe; ölülerimiz bayrak olmaya, slogan olmaya devam ettikçe; ölmeye, PARÇALANMAYA devam edeceğiz. İçimiz düşman, dışımız düşman olacak. Bu “açık”, bu kara delik, bu kahrolası kanlı fasit sarmal büyüyecek ve yarın, şimdi topu taca atanları, sorumluluk çağrılarını susturanları da kuşattığında, seslerini çıkartacak kimse kalmamış olacak.
Soru sorma cesareti gösteren çocukların bile son çığlıkları kimsenin umurunda olmayacak o zaman.
“Allah bir halka verdiğini, o halk kendisini bozup değiştirmedikçe, değiştirmez.” (Ra’d: 11)
“Artık biraz düşünmez misiniz?” (En’am: 50)