“Devlet, soğukkanlı canavarların en soğukkanlısıdır. Kılı kıpırdamadan yalan söyler
ve ağzından düşürmediği yalan şudur: Ben devletim, halkın kendisiyim.” —Nietzsche
Devlet milletin örgütlü iradesiymiş, bu devlet asırlardır sadece örgütlü oldu.Bu devlet, miadını dolduran ‘ebed-müddet’in son havliydi. Ama istiklal için son fidanlarımızı biçen şarapnellerin kan emzirdiği ana yurda çöken kurtarıcıların örgütüne dönüştü bu devlet. ‘Çarıklı Erkân-ı Harp’ ve onların komplekslerini güden yersizler düzeninin, yerlilere karşı örgütlediği bir devlet oldu.
İtiraz edenleri İstiklal Mahkemelerinde asarak başladı ve öyle devam etti yoluna. Şapka giydirmek için öldürdü; eğitimde üniterlik için, tek dil için, ‘ıslah’ etmek için öldürdü; Koçgiri’den başlayarak, “kökünden kazımak” devlet geleneğini inşa etti. Ermeniyi, Kürdü, Rumu, Aleviyi, Şafiyi, Adige’yi, Solcuyu, Sağcıyı, İslamcıyı vurdu. Bu devlet, bu ülkede, takvimin her gününü bir katliamla işaretledi.
Bu devlet Milli Şef devleti, asker devleti, yargı devleti, polis devleti oldu, ama cumhurun devleti olamadı.
Devletin dini olmaz dedi bu devlet. Ama hem dini, hem ideolojisi oldu. Buyurdu ve dayattı. Devletin dini ve ideolojisi dışında hiçbir dine, yoruma, ideolojik yönelime geçit vermemek üzere inşa etti devamlılığını. Anayasası, süzgeçten geçirdiği muktedirlerin keyfi için biçilmiş kaftan oldu. Hem ‘inkılapçı’dır bu devlet, hem milliyetçi; hem halkçıdır, hem devletçi; hem bağımsızdır, hem güçlünün müttefiki; her an bunlardan herhangi biri veya aynı anda hepsidir. Düşünün, gerçekten bir şizofreni nöbetinde bile birbirleriyle bağdaştırılmayacak siyasal ve sosyal kavramları bir araya getirip, resmen, hepsine “Temel İlkeler” diyebilen bir devlettir bu. Zengine milliyetçidir, yoksula Cumhuriyetçi; Yozgat’ta halkçıdır, Diyarbakır’da devletçi; Cihangir’de dindardır, Konya’da laik, Malatya’da putperest…
Atananlar da seçilenler de hukukun üstünlüğüne ant içti ama ilan ettiği hukuk hiçbir zaman devletten üstün olamadı.
Bu devletin yönetim kültürü, becerikli hainler sofrası; refleksi, dış güçlere karşı güçlünün taşeronu, kendi halkına karşı da, kükreyen ‘tunç bir el’ oldu. Dersim’de veya savunmasız halkın kanıyla kızıl akan Zilan deresinde bu devletin gösterdiği refleks, Roboski’deki aynı reflekstir. Edirne’den Kars’a bir toplu mezarlar haritasıdır bu ülke.
Bu devlet, on yılda bin vatandaşını; kimini gözaltında kaybettiğini, kimini yargısız infazla katlettiğini resmen; yıllardır her hafta Taksim’de toplanıp çocuklarının kemiklerini isteyen ‘Cumartesi Anneleri’nin gözlerine baka baka, pişkin pişkin kabul etmiştir. Binlerce cinayeti “zaman aşımına uğramıştır”.
Bu devlet bedel ödemez, ödetir. Her hayat teri damlası, devletin üst düzeylerine, ortaklarına ve uzantılarına konfor olarak geri dönerken; devleti sorgulamanın görüntüsüne bile linç, cop, işkence, aşağılama, kurşun, tazyikli su ve biber gazı olarak geri döner. 11 Eylül 1980 günü tüm ülkeyi kavuran ateş, 13 Eylül sabahı ‘şıp’ diye kesiliverir. Huzur ve güven ortamı, bu devlet için, devletin halkı tam teslim almasından başka bir şey değildir.
Devletin halka yabancılığını yazma cür’etini göstermiş Şeyhmus Durgun gibi yazarların, silahlı örgütlere verilen cezanın iki katı hapis cezalarını bile doldurmalarına, ‘hayata dönüş’lerine izin verilmez. Gardiyanların hurdahaş ettiği cansız bir beden çıkar hapisten; geride kan lekeli kitaplar, not defterleri. Ülkücü iken Hüseyin’in başını okşar; sonra cezaevinde, sabah namazında, başına vurduğu coplarla katleder. Deniz’i uluslararası ilişkileri için kurbanlık asar, Erdal’ı asmak için yaşını büyütür, gözaltında döverek öldürdüğü Metin duvardan düşer. 14 yaşındaki çocuğa müebbet verir ya da vurup terörist der. Çaresiz anneleri yuhalatır. Maliyetleri düşürmek için canlı canlı gömdüğü işçilerin katli kaderdir ve işine gelmeyen her şey fıtrata terstir.
“Küçük Adam”lar piramididir devlet. “Yetki ve salahiyeti” sınırlanamaz. Bir alttaki, bir üsttekinin günah keçisidir. Herkes devletin borçlusudur.
Bu devlet sevmeyi değil ama ödüllendirmeyi iyi bilir. Aklamakta mahir ve kıvrak aydınları, düğmeye basıldığında bir düzine dış düşman sıralayabilen yarı otomatik şarlatanları sıvazlar ve sofrasını, halka yabancılaştığı ölçüde ödüllendirilen devlet sanatçıları süsler.
Devlet düşman ister, tehdit ister, kurban ister. Haini ve olağanüstü hali bitmez.
Devleti değiştirme potansiyeli taşıyanlar iktidar istemeli; kirletilmeli, çelişkiye zorlanmalı; haksız kılınmalı, eli kana bulandırılmalıdır. Kaygan ve yapışkandır kan. Kafalarını ezmek için küçük kalmaları şarttır. Patlayan ilk molotof, toplumsallaşma eğilimindeki iradeyi vuracak son kurşunun habercisidir. Devleti değiştirmek isteyenler, zafer için her yolu mübah gördükleri gün, son zafer işareti hep bu devletin olur. Devletin en sevdiği direnişçi türü, zafer için, mevzi kazanımlar için her yolu mübah gören direnişçi türüdür. Baştan mağluptur o direnişçi; ellerini kirletmek kolaydır, kullanışlıdır; devletin yapamadığı zulmü bile o direnişçiye yaptırmak mümkündür.
‘Gerici-Faşist güçler, yobazlar, türbanlı örümcek kafalılar, dinciler, bidon kafalı cahiller, magandalar, makarnacılar’la savaşan solcuları olur bu devletin ki “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” sadece bir şiir olarak kalsın.
‘İbneler, Çinciler, Moskof, Ermeni dölleri, Rum tohumları’yla savaşan kurtları olur bu devletin; ‘gök girer, kızıl çıkar’ ama sonunda, “bir kemiğin ardında saatlerce yol giden / itler bile gülecektir kimsesizliklerine” o kurtların.
‘Çapulcular, Baasçılar, Kemalistler, Ulusalcılar, Beyaz Türkler, Safevi münafıklar, Vahhabi İngiliz uşakları; Türkçü, Kürtçü, Arapçı, Çerkezci, Arnavutçu, Ermenici, Azerici şovenistler; kripto, dönme millet düşmanları; darbeciler; alman ajanı mezhepçiler; din düşmanı sol maskeli müşrikler; liberal maskeli Batı borazanları; yabancı devlet ajanları; küresel örgütlerin şubesi oligarşik sermaye ve Yahudi uşakları’yla savaşan; eline telsiz verilsin diye bin renge girmeye hazır olan sözde İslamcılar bulur devlet. “Kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan yana” ilkesi, linç edilecek bir derneğin ‘motto’su olarak kalır. Haşa, Allah ise partimize çalışmaya devam etmektedir zaten.
Aslolan hep güç, iktidar ve hiyerarşidir. Dava ortaklık değil, egemenlik davasıdır. Cemaat, dernek, vakıf, birlik veya örgütte farklı davrananlar, davanın selameti için haindir. Kalan sağlar ya vazgeçmeli ya da devletin sofrasına oturmak istemelidir. Sofraya oturma imtiyazını elde edenler, ideolojileri ne olursa olsun, imtiyazlarını Batılılar gibi yaşamak yönünde kullanır.
Bu devlet, tecavüzcü bir namus bekçisidir. Koskoca ordusunun içinden beş ayrı çavuşun bir araya gelip topluca ve defalarca bir çocuğun ırzına geçmeleri, Milli Eğitiminin bir başarısıdır. Pozantı cezaevinde çocuklara yapılan sistematik tecavüzü ortaya çıkaran gazeteci, “devletin mahremiyetini deşifre etmek”ten tutuklanır, cezaevi müdürleri terfi eder. Tecavüzcüler iyi hal indirimi alır, çünkü devlet huzurundaki halleri, çocukları düşürdükleri halden daha önemlidir.
Bu devlet için, bayrak da devletin kendisidir, vatan da. Sosyopat bir babadır bu devlet. Hem geçmişi inkar eder, hem ‘şanlı tarih’le övünür. “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller” ister ve hür olduğunu sanan her taze fidanı, ‘devlet dersinde öldürür’. Sağ kalanları ise ‘yaşken eğdirmiştir’ önünde ve bu işi, her ‘on yılda on beş milyon’ omurgasız yaratabilecek kadar iyi bilir.
Devletin ideolojisine ters ‘kesimler’in en büyüğü olan Kürtleri Allah (haşa), devletin oyun sahası için yaratmış gibidir. Kürtler adına 30 yıl devlete misilleme yaparken bir küçük devlete dönüşen örgüt için, “Allah bunlara fırsat vermesin ama eksikliğini de göstermesin” noktasına gelmiş Kürtlerin, 13 yıl millet iradesi sloganıyla hükmedenlere azıcık inanıp da sandıkta irade değiştirmeleri, oyun-bozanlık olur.
Bu devlet derindir. “Kimliği belirsiz kişiler”i çok; oyuncu sıkıntısı yoktur. Solcuların da ülkücülerin de kahvelerini tarayan silahların aynı silahlar olduğu ortaya çıktığında, Cheshire Kedisi gibi sırıtmakla yetinir devlet. Ant içtikleri sorumlulukları hatırlatılıp istifası istenen yetkilileri pişkin pişkin sırıtır; hunharca hurdahaş edilmiş gençlerin cesetlerine dehşetle bakakalan gözlerimizin içine baka baka. Cürümleri hep yanına kar kalmış, kolları hayatın her alanına erişen mücrim bir ahtapot cumhuriyetidir bu devlet. İsyana teşvik eden de, asilere işkence eden de, varoşlara cephaneler gömen de, devlete tapan gençlik tarikatları kuran da, emekli generalleri meclise sokmaya çalışan da aynı ahtapotun vantuzlarıdır.
Maskesi çoktur bu devletin. Yüzleşmez. Ya imha eder, ya teslim alır. Teslim tutmak istediği milletin kendisidir, devlete her zaman lazım olan asiler değil.
Devletin bekası bir kondisyon işidir. Asilerin küçük devleti gerilla sıkıntısı çekmesin istiyor devlet. Gerilla kızın cansız bedenini çırılçıplak soyup sokaklarda gezdiriyor. 52 işçiyi bağlayıp kesimhane hayvanları gibi yan yana yüzükoyun yere yatırıyor ve “Ne yaptı lan size bu devlet?” diye kükreyip kaydediyor.
“Herkes yere baksın” diyor, “bakma lan bana!” Devletin malı devlete bakmaz, devlet malının duyguları, onuru olmaz. “Hepiniz” diyor; “devletin gücü” de demiyor; “Türkün gücünü göreceksiniz!” Ne yaptı lan bu devlet size? Ne yapmadı? Devlet nelere kadir unuttunuz mu? Hatırlamaya başlayın. Herkes yere baksın, dışkının tadını hatırlasın, kan kokusu alsın, herkes önümde yere baksın! Tabutlara, tutuklanıp dönmeyenlerin resimlerine, ölü ele geçirilmiş cansız körpe çocuklara sarılıp yere bakın ve şükredin. Yukarı bakmayın. Yukarı size ait değil. Olmayacak.
Devlet tanrı olmak ister, heykel ister, özel güvenlik alanları, girilmez bölgeler ister, saray ister. Bu devlet her şeyi istiyor.
Egemenlik, bakılamadan bakmaktır, biliyor. Görülmeden görmek, izlemek istiyor. Haksız olduğunu iyi biliyor çünkü; haktan almadığı şeyi, haksızlığını, halktan gasp ettiği gücüyle örtmek istiyor. Öfkenin haklısından korkuyor. Gözlerinin içine bakamıyor. Cesetleri sürükleyecek Tomalar istiyor, kar maskeleri, seri numarası silinmiş miğferler. Halkından korkuyor bu devlet, en çok Kürtlerden korkuyor. Kürt çocukları mahalle arasında sıkıştırdıkları akrep araçların neden hemen şöförünü görmek isterler, anlıyor.
Bakmaz ve görmezsek, ilelebet payidar olacak.
Herkes devlete baksın. Görerek baksın. Devletin kondisyonu kursağında kalana, devlet milletin olana dek.
Bu devlet var ya bu devlet çünkü, yerin dibine batsın. Böyle devlete devlet diyen, sefalete doymasın.
Not: Ot Dergi Eylül 2015 sayısında yayınlanmıştı.
Twitter: http://twitter.com/guneyli_cocuk
Bu devlet örgütünü oluşturan Türk, Kürt, Laz, Pomak, Adige, az da olsa Ermeni ve diğerleri değil mi?
Bir iblisleşme, bir yahudileşme, bir mankurtlaşma var bu bahsettiğinizde. Yani “biz” varız orada. İşte bunun üzerinde durmak lazım bence. “İnsan” olmadan ne müslüman olabileceğiz, ne de adam akıllı bir devletimiz. Çocuklarımıza özen gösterelim, yeni ve arı-duru bir nesil yetiştirelim. Bu kahrolası düzenin içinde hep beraber cehenneme doğru gidiyoruz baksanıza. Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten Rabbim bizleri korusun, bunun için bize bir çıkış yolu, bir kurtuluş vesilesi nasip etsin.
Not: Siz ABD’ye geri dönmekle bu matrixten çıktığınızı sanmıyorsunuz değil mi?
ABD’ye geri dönmedim kardeşim. Geçimimi temin için uğraştığım bilişim projeleri için ABD’ye seyahat etmem, orada çalışmam gerekiyor. Sistem (matrix) konusundaki yazılarımı da tavsiye ederim. Sitedeki “sistem” etiketine tıklamanız yeterli. Çocuklarımızı farklı yetiştirmeli yolundaki tavsiye ve devletin “biz”liği konusundaki endişelerinize tamamen katılıyorum. Eksik olmayın.
Bir Ot dergisi klasigi. Her zamanki gibi harika. Yazmasaniz da cildiriyorsunuz yazdiginizda biz okuyup cildiriyoruz
Bir ekleme de benden: Yaşanmış. Hem de şu elim çatışma ortamı yokken… Anlı şanlı çözüm sürecinin revaç bulduğu dönemde.. Tam bir yıl önce. Temelini attmak için evimin; kepçeyi gören yan taraftaki caminin tuvaletçisi usulca yanına yaklaşıp evi sakın satmamamı söyledi. Sebebini sorduğumda ise “Belli olmaz Kürdü gelir” diyerek, bir Kürdün mezkur meskuna yerleşmesindeki tehlikeye(!) işaret etti. Bunu yapan cami tuvaletçisi. Cümle cami tuvaletçilerinden ırkçıları müstesna özür dileyerek; vardığım şu tespiti Sevgili Mehmet Efe sayesinde okurlarla paylaşıyorum: Bu devlet tuvaletçiyi ırkçı yapmayı başarmıştır. Tebrik edip en iğrenç başarılar kategorisinde kendine müstesna bir yer bulabilmiştir. Tebrik etmemek elde değil.
Cezaevinde yaşanan tecavüzler ve buna benzer hak ihlallerine tepkinizi yerinde buluyorum. Lakin yazının bütününe bakıldığında devlete çok yüklenilmiş. Bu devlet bütün eksikleri ve kusuruna rağmen yeryüzünde mazluma umut vaat eden, zalime karşı duran yegane devlettir. “14 yaşındaki çocuğa ya müebbet verir, ya da terörist diye öldürür” demişsiniz. Merak ediyorum 14 yaşında çocuk eline keleşi alıp karşınıza öldürmek için karşınıza çıksa ne yapardınız. Kaldıki islama göre 14 yaşındaki kişi büluğa ermiştir ve çocuk değildir. İdamı gerektiren suç işlemişse idam edilir. Bu devlet islam hukukunu baz almıyor diyebilirsiniz. Velevki öyle olsun. Devlet ya da kişi kim kendine silah çekeni bertaraf etmekten geri durur. “İşçiler yere yatırılıp devlet size ne yaptı?” diye sorulmuş! İddianız bu. O yere yatırılan örgüte mühimmat ve lojistik destek sağlayan teröristlerle konuştunuz da onlar size hizler işçiyiz mi dediler? Onlar yapılmış teröristlerdir. Ebubekir Kurban abinin “Gavur ağzıyla konuşmak” diye bir sözü var. Zamane yazar-çizerlerine çoğunun üstüşne oturuyor. Yukarıda en az %70’i gavur ağzıyla kaleme alınmış bir metin duruyor karşımızda. Mızraksız İlmihal’in yazarı Mehmet Efe yazmış. Biz de lise çağlarımızda heyecanla okuduğumuz Mehmet Efe’yle yeniden tanışmış olduk. Bilmiyorum Mehmet Efe belki Mehmet Efe durduğu yerde durmaktadır. Aklı ve ruhu hayattan, tarihten, insan fıtratından kopuk bir takım anarşit zırvalarla Gavurun çöplüğüne dönmüştür. Belki artık o “Tanrı öldü” diyen Niçe’nin mürididir. “Laf çok ama evler yaylada” Devlet onlara, o asalaklara ne yaptı. Bir şey yaptı. Nüfusun en az 3/4 devlet yardımıyla geçinen Batmanlılara sor. Bedava kullandıkları elektriği, suyu sor. Vanlılara “bizi 7,4 yıkamadı, Tayyip mi yıkacak?” diyenlere deprem konutlarını sor. Kaçakçılık ve uyuşturucu ticaretinden başka geçim bilmeyen o ahaliye son 13 yılda yapılan duble yolları, havaalanlarını sor. Sor onlara devlet size ne yaptı? ” Şüphesiz insan pek nankördür”
Hey gidi hey, gele gele vardığınız yer kemalistlerden beter bu düz kafa devletçilik (üstelik seçtiği siyasi partiyi devlet sanacak kadar düz) olduysa ya beni boşuna okumuşsunuz, ya ben boşa yazmışım, ya da biz hiç aynı yolun yolcusu değilmişiz ki zaten! Allah müstehakınızı versin, ne diyeyim. Döndüğümden beri yazdığım yazılar burada, sitede. Okuyun belki tanıdık gelir, belki ve inşallah, dönüştüğünüz küçük zalimi farketmenize de yardımı olur..
Her devleti değiştireceğim diye yola çıkanların devletle aynı yatağa girmesiyle davasını unutmakla biter. İşte böyledir her bir yapının hikayesi.
“Devlet yakıtı insanlar olan bir sobadır.” Ama diye başlayan cümlelere de gerek yok.
“Devlet, zenginlerin işlerini takip eden bir komitedir !” Dr. Hikmet Kıvılcımlı …