Ana / Yazı / Çıldırma Kardeşim, Bir Şarkı Söyle!

Çıldırma Kardeşim, Bir Şarkı Söyle!

Aylar süre ablukadan sonra Suriye'ye dönmüş Cizre'de, evlerinin enkazından kurtardığı kırık gitarıyla "Li Qamişlo" şarkısını söyleyen çocuktur umut.
Aylar süren ablukadan sonra Suriye’ye dönmüş Cizre’de, evlerinin enkazından kurtardığı kırık gitarıyla “Li Qamişlo” şarkısını söyleyen çocuktur umut.

“Allah bir halka verdiğini, o halk kendisini bozup değiştirmedikçe, değiştirmez.” (Ra’d: 11)

Bir insanın çaresiz olduğuna inanmasıyla kazandı Şeytan. Bir insanın duasıyla kaybetti.

Üzerinde güneş batmayan zorba imparatorluğa, bir fukaranın, “istediğin değişimin kendisi ol” diyen bir Gandhi’nin yanına oturan bir diğer fukara geri adım attırdı. Bir fukaranın paylaştığı ekmekle hayatta kaldı Firavun’u boğan Musa olacak çocuk. Rosa Parks adlı çaresiz bir siyahi kadın, bir beyaz için otobüs koltuğundan kalkmayı reddettiği için, 10 yıl sonra Malcolm X dimdik durabildi. “Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyen 24 yaşındaki Rachel Corrie tanımadığı insanlarla olmak için Gazze’ye gitmeye karar verdiğinde tarihin sonunun geldiğini ilan eden dünya sistemi geri adım attı.

Bir ağacı, bir parkı, bir göçmeni yaşatmak için harekete geçen iki el bir ülkeyi sarsmak ya da onarmak gücündedir.

Bir tek insanın, seçimlerinin bilincinde olmasını sağlayabilirsen; dünyayı kurtarabilir, gerçekten yaşanmaya değer yeni bir dünya kurabilirsin; kendinin. Her nefesin, kelebeğin kanadından daha güçlü bir rüzgardır.

Kaskatı bir dumurun ülkesine pupa bombardıman yol alıyoruz. Aşınmadık, aşağılanmadık bir tek duygumuz, değerimiz; tuzla buz edilmemiş bir tek ortak paydamız kalmadı.

Hafakanların yetersiz kalacağı, Eboladan bulaşıcı bir ikiyüzlülük ülkenin her bileşenine sızıyor ve dokunduğu her şeyi kana buluyor. Allah’ın kitabında helak edilen kavimler diye tarif ettiği tüm özellikler her geçen gün biraz daha egemen, biraz daha belirgin karakteristik özellikleri haline geliyor ülkemizin.

Kamuyu etkileme gücüne sahip herkes adeta el-birliği içinde, kıçı her gün biraz daha kalkan bir cehaleti, aklı dumura uğratan kalıpları, merhameti ve adaleti katleden bir taraftarlığı ve şekilciliği üretiyor, koruyor, ödüllendiriyor, çoğaltıyor.

Polis çocuğu öldürüldüğünde ortalığı inletenler, ertesi gün polisler bir çocuk öldürdüğünde susuyor. Dertleri çocuklar değil çünkü. Linç kültürünün, köpekleşme kültürünün egemen olduğu ülkede, iktidarıyla muhalefetiyle; egemenlik savaşı verenlerin hepsi aynı şeyi istiyor: Öldüren bizdense sus. Ötekilere ölüm. Yaşatanı zaten istemiyorlar.

En çok vampirlerin, kin ve nefretin, komplocuların, omurgasız ve izansız uzman karikatürlerinin, tetikçilerin, yalancıların, ölü sayıcıların, mezar soyguncularının, provokatörlerin, trollerin, asparagasın, linç ve korku tacirlerinin sesi duyuluyor. Cehaletin diriliş çağını yaşayan bu “Yeni Türkiye”, o eski “Cahiliye Dönemi”ne benzemeye başladı.

Köşelere doldurulmuş yazarından, genç dimağların emanet edildiği hocasına; yetenek ve itibar tetikçisi küçük şebekelere dönüşmüş edebiyat dergisinden, milyonların okuduğu spor gazetesine, hemşehri derneklerinden, vakıflarına, mütevelli heyetlerine, sendikasına, siyasi partisine… Birden fazla insana dönük etki alanlarının çoğunda cehalet ve yozlaşma üreten her şey ödüllendiriliyor.

Bütün bir kuşak, bir yandan tüm dünya avuçlarına açılıyorken, öte yandan düşünmenin, hayal kurmanın, girişimin, emeğin, tecrübenin, hakiki yeteneğin, sorgulamanın, dava sahibi olmanın, inanmanın ve itiraz sahibi olmanın cezalandırıldığını; yalakalığın, yalancılığın, şarlatanlığın, sahtekarlığın, aşağılamanın, taciz dilinin, bir şebekenin adamı olmanın ödüllendirildiğini görerek, öğrenerek büyüdü.

Onlara kucak açan yegane gerçek sosyal alan, takım taraftarlığı ve ötekine linç. Kendi ilgileri ve tutkularına kucak açan hiç bir gelecek umutları yok. Kendi farklılıklarını kucaklamayan bu egemen kültürün onlara biçtiği gömlek, farklı olanı ötekilemek, farklılığa düşmanlık.

İnsan olmamak gerek, çıldırmamak için ama çıldırmıyoruz. Çünkü aslında ülkemizin nasıl bu hale geldiğini biliyoruz. Hepimizin içinde; kiminde usulca, kiminde yüksek sesle, bu sonuca katkıda bulunduğumuzu hatırlatan bir ses var. İşte o ses, rüzgarı tersine estirebileceğimizi de hatırlatmalı.

Hatırla ki kardeşim, her gün yaptığımız küçük ya da büyük seçimlerle yeni bir ülke, yeni bir dünya inşa ediyoruz.

Bütün kutsal kitapların, filozofların, dervişlerin, şairlerin dünyayı değiştirecek eylem dediği şudur: “Bunu yapmam doğru mu?” diye sormak.

Bir kerecik “oh olsun” demeden önce; “bir laf sok”madan önce; hoşuna gitmeyen bir cümle kuranlara “Şu konuda ne diyorsun, şunu niye lanetlemedin, buna niye ses çıkarmadın?” diye kuru-sıkı saldırmadan önce; sağduyu ile konuşmaya çalışanları bir twitle, Şeytanın doldurduğu bir yorumla harcama şehvetini tetiklemeden önce; “bu dehşeti nasıl kazanca tahvil ederim?” diye düşünmeden önce; senin kadar, çocukların kadar, kardeşlerin kadar gerçek insanların acılarına, kan ağlayan yaslarına ganimet fırsatı gibi çullanmadan önce; düşün!

Düşün ki nefretin ötekini değiştirmeyebilir ama seni kesinlikle değiştirecek.

Her seçimle kendin için yeni bir Türkiye’ye, yeni bir dünyaya katkıda bulunuyorsun. ASIL SEÇİM BU.

Seni eleştiren birini bir başkası taciz mi etti? Koru seni eleştireni, tacizi dışla. “O kendini savunsun” deme mesela; itiraz edeni, sorgulayanı savunmaya en çok SENİN ihtiyacın olduğunu hatırla.

Hiç bir ‘yen’in içinde hiçbir kolun kırılmasına izin verme, sessiz kalma; yen babanın, kol kardeşinin bile olsa.

Kendi tercihlerinden başlayarak bir damla temiz su at bu kara göle; balık bilmese de Hâlik o damlanın dalgalarını tüm ülkeye yayacaktır.

Öğrencisini “bir sen misin akıllı?” diye hedef gösteren hocaya “evet o bizim en akıllımız, siz neden öyle değilsiniz?” diye sor mesela. “Bunlar hain” diyene “delilini göster” diye sor ve gösterinceye kadar sormaya devam et, başka bir şey söylemesine aldırma. Gerçek diye dayatılanın gerçekliğini teyid etmeden kabul etme. Kimseyi kullanma, kimsenin aleti olma.

Ne kadar ezik, sessiz veya mütevazi olursa olsun; hakikiyi, dürüstü, çalışkanı ara, bul ve kolla. Birini işe alırken kimin gönderdiğine, nereli olduğuna, cinsiyetine, hamile olup olmadığına, görünüşüne, siyasi görüşüne değil gerçekten o işi hakkıyla yapıp yapamayacağına bak. Girişimi, hayal kuranı, bağımsızı destekle; takati olmayan fikir hayata geçsin diye takat ver; kitaplar dağıt, güzel bir kitap okuyan çocuğu ödüllendir, bir fidan dik, bir imza at.

Onlar güçleri, nifakları ve freni patlamış hırslarıyla çıldırdı.

Belki istedikleri bu: Hepimizi, kalbi kararmamışları, çaresizlik içinde çıldırtmak istiyorlar. Belki direnişlerin en güzeli cehalete katılmayı reddederken, çıldırmamak.

Sana, hak ve adalet duygusunu yitirmemiş kardeşim, senin gücünü hatırlatmak istiyorum.

Çıldırma kardeşim, bir yarayı onar, senden farklı bir insanla kucaklaş, bir düşeni kaldır, geriye dönüp baktığında gurur duyabileceğin bir şey yap. Bir tek olsun iyi ve gerçek şey.

Bu gün, beş yıl sonra geriye dönüp bakacağın gündür. Bu gün hiç tanımadığın bir insana, seninle aynı ezberi tekrarlamayan bir insana bir tebessüm götür.

#UmutsuzOlma.

Ot Dergi Mart 2016 Sayısında Yayınlandı
Ot Dergi Mart 2016 Sayısında Yayınlandı

Bunu da okuyun...

Buğulu Cam

Yaşamak Vakti

Yalan bunlar bu herkesin giyip çıkardığı mülevves doyumsuzluk. Bu öldüren bizdense sus diyen refleks, yaşatana …

4 yorumlar

  1. sana hak ve adalet duygusunu yitirmemiş kardeşim, azda olsa var

  2. Değerli Mehmet EFE!…
    Bundan tam yirmi yıl önce Ankara’da üniversite öğrencisiydim. Beş kişiydik ve her akşam İslam, Kürt sorunu, geri kalmışlık üzerine tartışmalar yapıyorduk. Dönemin ceberrutları; Kürd’e Kürtlüğü çok görenler, İslamcıya inancını yaşamayı lüks görenler… Yazık ki bugün demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin, barışın, adaletin savunucusu; o yılların mağdur İslamcıları ise zulmün, insan hakları ihlallerinin, her türlü muhalif düşünceyi baskı altına almanın eşdeğeri kabul ediliyor; ve de öyledir… Dün başörtüsü için haklı olarak meydanlarda olanlar; bugün Kürd’e anadilinde eğitimi çok görüyor. Dün; ”Bu kadına haddini bildirin” haykırmaları üzerine meclisten apar topar dışarı atılanlar; bugün-söylemleriyle, eylemleriyle eleştirilecek bir sürü özelliği olmakla beraber- tek Kürt partisini; belki de ülkede iyice cılızlaşan; Türk-Kürt diyaloğunun adresi partinin yönecilerini ve milletvekillerini cezaevlerine tıktırma planlarını yapıyorlar. Yazık ki; bunu bilinçli olarak yapıyorlar. Yarın-kabul etseniz de etmeseniz de- tutuklanacak her milletvekilinin Kürtlerin siyasete olan inancını yitireceğini onlar da bilmiyorlar mı? Biliyorlar ve belki de bunu istiyorlar. İstiyorlar ki; siyasete, demokrasiye olan inanç sona ersin. Değil mi ki bu Kürtler tercihlerini farklı bir yönde kullanarak; başkanlık hevesine çomak soktular… Öyleyse yıkıma devam… Kamulaştırmaya, gözaltılarına, siyasileri tutuklamaya devam…
    İşin en can acıtan tartafı ise; yapılan talana, çevre katliamına, yıkılan kentlere; kimsenin ses çıkarmamasıdır. Elbette içerdekilerin çoğu anlattıklarımızın farkında; ama koltuk merakı, üsttekilerin kurduğu muazzam çark; herkesin ağızlarını, kulaklarını ve gözlerini tıkamıştır… Elbette bu yaşananlar ilanihayete dek sürmez; ama olan; babasız evlatlara, dul kadınlara, sokakta kalan biçareler oluyor…

    • Mehmet ŞİMŞEK

      Azizim nedir bu Kürtlük Türklük kavganız yetti vallah yetti! Bırak ana dilde Kürtçeyi, Türkçe eğitim varda ne olmuş. Hangi yaraya merhem olmuş bu lal dil. Ne güzellikler katmış bu cennet mekana. Yok hep aynı başı kesik dans. Ana dilinde konuşmana gülmene yazmana eğitime kim ne demiş Nobel edebiyatı Kürtçe yazılarla kaleme aldında Türkiye C mi izin vermedi sen NASA’nın tek elemanı oldunda TBMM mi izin vermedi. Allah aşkına bir akl-ı Selim. Suçu çaburu ona buna atan olmadan bir düşünelim ne olduğumuzu kim olduğumuzu. Vesselam

  3. Size kardeşim diyebilirmiyim?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir