Örgütlenmeden korkuların ve canavarların piramit düzenlerinin üstesinden gelemeyiz. Mesele, örgütlenirken düşmana benzememek. Hele bir de Müslüman iseniz işiniz daha zor. İnsanın insan üstünde selahiyeti olmadığını öğreten İslam, imtiyazlarla korunmuş hiç bir makama geçit vermemek sorumluluğunu da yüklüyor. Piramid toplumunun karşısına cami toplumunu (biz buna halka olmak, saf tutmak da diyoruz) getiren İslam’dan beslenen bir toplum ve dünya tasavvuruna sahip olanlar, biraraya gelip mücadele etmeye başladıklarında en büyük sınavı hiyerarşi üretmeden, birbirinin gerçek yoldaşı salihler olmak teyakkuzunda verirler. Ben Mızraksız İlmihal’i yazdığımda, Türkiye İslamcı Direnişinin en büyük tehlikesi buydu ve kitap, böyle giderse, bizden çıksa çıksa Kemalist oligarşinin simetriği çıkar korkularının da bir ifadesiydi.
20 yıl sonra ilk kez çıktığım ve dün biten kısmi Anadolu gezimin Antep durağında beni misafir eden muhteşem bir gençlik grubu, iki yıldır cedelleştiğim umutsuzluğumu tuzla buz etti, onardı, hatta biraz terbiye etti beni.
Fotokopiyle çıkarttıkları bir iki yayınlarını gördüğümden ve Sevgili Dostum Reha Ruhavioğlu tanışmamda fayda gördüğünü söylediğinden tanışmak istemiştim “İmece Kültür ve Düşünce İnisiyatifi” ile. Nazik davetlerini alınca duraklarımdan biri Antep oluverdi. Bir-iki saat sohbet eder ayrılırım düşüncesindeydim. Ama gördüklerim duyduklarım, onlardan ayrılmamı imkansızlaştırdı. Akşam 6’dan sabahın 6’sına kadar tanıştık, konuştuk, paylaştık. İnanmakta güçlük çektim ama sonunda, hiyerarşi üretmeden, bağımsız, ulufesiz, sponsorsuz, abisiz, hocasız bir Müslümanca Dayanışma mücadelesinde olduklarına ikna oldum. Bunu gerçekten başarmış görünüyorlar! Gençliğimde çıkardığım her dergiyle hayalini kurabildiğim şeyi yaşıyorlar.
“Occupy” eylemlerini, “Gezi”yi, “Tahrir Meydanı”nı ateşleyen gençlik enerjisini onlar kendi dünyalarında kalıcı, siyaset üstü bir kültür ve düşünce hareketine dönüştürmüşler. Okuyorlar, paylaşıyorlar, tartışıyorlar, farklılıklarını önemsiyorlar, kimseye eyvallah etmedikleri gibi, kimseye saygısızlık da etmemeye çalışıyorlar. Adaletli olmayı saplantı haline getirmeye başlamışlar bile. Saplantılarına kurban olduklarım bana da misafirperverlikleriyle karşılayamayacağım bir mahcubiyet ve unutmayacağım dersler verdiler.
Onlara gidip konuşan “abi”ler, bu çocukların hiç bir numarayı yutmadıklarını akıllarından çıkarmasınlar.
Onlar yaşadığımız fırtınanın sonrasını inşa ediyorlar. (İstanbul’daki Emek ve Adalet Platformu da benzeri bir çabanın ürünü.)
Böyle devam ederler inşallah. Yolları açık olsun, yolları yolumuz olsun.
Facebook: http://www.facebook.com/imckultur
Twitter: http://twitter.com/imecekultur
Bu vesileyle yine İmece Kültür Evi’nde halka tutmuş gençlerden birine Yozgat’da esnaflık yapan babasının gönderdiği notu da burada paylaşmak isterim:
Savaş Açtım
“Savaş açtım yazarlara çizerlere, kuldan okuyup gezenlere, müstağnilik edip ezenlere, gemisini terk edip düşman kayığına binenlere, dostuna düşman olup gavur ağzıyla küfredenlere, peygambercilik oynayıp gavuru idol yapanlara, Hak’tan aldığını halka vermeyenlere savaş açtım.
Savaş açtım aslına küfredenlere, sılayı rahmi unutanlara, kapı komşusundan cesedi kokunca haberi olanlara, bin alıp bir veren ondan da cennet umanlara savaş açtım.
Savaş açtım emek sömürüp ekmek yiyenlere, emekçinin sırtından saltanat kuranlara, hizmetkarım deyip saltanat kuran tüm sivil ve resmi kurumlara savaş açtım.
Savaş açtım kendime, benim olmayan dinime, hakka baş kaldırmış kinime savaş açtım.
Dost istiyorsan Allah yeter, örnek istiyorsan peygamber yeter, kitap istiyorsan kuran yeter, servet istiyorsan “imece”(bölüşme/dayanışma) yeter.”
Mustafa Şahin / Yozgat